İşgüzarın biri yememiş içmemiş Türk insanının takıntılarını sıralamış: “Kardan adama tekme atma veya bozmaya çalışma, yeni atılmış betona, ağaç ve banklara kalp ve isim kazıma, Şahin marka arabayı Doğan görünümlü yapma, kırmızı ışıkta dururken sarı ışık yanar yanmaz kornaya basma, takımı galip gelince havaya silah sıkma, kumsalda deve güreşi yapma, trafikte sollayan aracın önüne geçmeyi ilke sayma, kartopunun içine taş koyma, yasak ortamlarda cep telefonu ile görüşme, faturaları son gününde ödeme, cep telefonu ile bağıra bağıra konuşma, sinyal verir vermez şerit değiştirip kazaya sebebiyet verdiğimizde "sinyal verdik görmüyor musun?" deme, ara yollardan ana yola çıkacak araca yol vermeme, otobüsten ille de ön kapıdan inmeye çalışma, otobüs koltuklarını yırtma ve üzerlerine yazı yazma, kırmızı ışıkta burnunu karıştırma, aynı filme giden insanların çıkışta filmi birbirlerine anlatmaları, yolda tanıdık birini görünce arabayı şakadan onun üzerine sürme ve daha neler…

Size açıkça fikrimi söylemekten çekinmeyeceğim: Hastayız !Ve bu hastalık “corona” kadar hızlı bir şekilde yayılıyor ve ruhen ölüyoruz. Bu ölüm bana daha üzücü geliyor çünkü öldüğümüzün farkında değiliz. Farkında olsaydık telaşa falan düşerdik değil mi? Bir doktora danışırdık çaresine bakardık.Bu nedenle gençlikten başka hiçbir zümreye umut bağlamıyorum. Çok şanslıyım, çünkü ömrüm yirmi yılı aşkın 15- 18 yaş aralığında gençlerle geçti ve geçiyor.

Zannediyorlar ki gençlik kötüye gidiyor oysa gençlik kendinden öncekilerin kıymetini bilmediği hazinelere doğru yol alıyor. İnsanın gelişip büyüdüğünü gözlemlemek kadar sabır isteyen ve sonunda filiz verdiğini gördükçe sevindiren başka bir saha bilmiyorum.

Gençleri tanımayan kendi gençliğini yaşamamış bedenen yaş almış fakat fikren olgunlaşamamış fakat ne hikmetse her gittiği ortamda yüksek sesle konuşup nutuk atan, yargılayan, ayar veren, kimseye söz hakkı tanımayan, kendini bilge, filozof yahut neredeyse kanun koyucu gibi gören hayat okulundan büyük bir başarı ile mezun olduğunu söyleyip duran bir camia var. Korkuyorum onlardan, çok tehlikeliler dikkat edin onalar, suya gider susuz dönersiniz, demedi demeyin. Peyami Safa’nın tarifi ile, kalbe girip yerleşmiş orada habis bir ur gibi yapışmışlar, onu kesip atmak kabil değil!

Gençler türkü söylüyor, kitap okuyor, bağlama çalıyor; uzayı merak ediyor, tezhip öğreniyor, spor yapıyor bir yandan üniversiteye hazırlanıyor, tartışıyor, kütüphanelerde vakit geçiriyor…

Ya siz ne yapıyorsunuz?

Siz kaldırıma iki sandalye atıp bol bol dedikodu ediyorsunuz. Siz ne yapıyorsunuz? Sizler, kahvehanelerde taş kırıyorsunuz, sonra da çok bilmiş bir tavırla ahkam kesiyorsunuz.

Gençlerimiz iyiye ve güzele yol alıyor, hem onlara emek vermez hem onlar hakkında ileri geri konuşanları dinlemeyin.Çünkü gençlikten haberleri yok, hatta kendilerinden de.

Zira, bir gençlik yaşayamadıkları için gençliğimize de düşmanca bakıyorlar.

Aslında bilinçaltlarında korkunç bir kıskançlık ile gençliği hınçla eleştiriyorlar. Kendileri ekran karşısında Yeşilçam filmlerinin arabesk havasından başka bir sanat bilmedikleri gibi, bilimle de besleyemedikleri ruhlarının darlığı ile en büyük özgürlüğü sigara içmek ya da gece eve geç gelmek zannetmişler.

Oysa bu gün karşımızda şekle önem vermeyen,boş lafa karnı tok, bilgiye önem veren maneviyatı önemseyen ve evet dedikodu sevmeyen, haset nedir açgözlülük nedir, bu gün kime çelme taksam diye kafasında hamamböcekleri ile gezmeyen, tertemiz bir gençlik var. Lütfen ve hemen o elinizi çekin onların yakasından. Size benzemeyecekler !

Gençleri çok seviyorum, onlarla yürümeyi, onlara rehberlik etmeyi; onlardan öğrenmeyi de. Çünkü hata da yapsalar da yanlış yola da gitseler iyiyi,güzeli, doğruyu üslubunca (!) anlatınca inat etmeden kabul ediyorlar.