Anadolu insanını ilaç değil türkü tedavi eder, depresyona giren bir bozlak dinler ona merhem olur, o yarayı sevmeye başlar, o yara ile olgunlaşmanın farkını fark eder. Acıyı kabullenir ve acı bal eder insanın özünü.
Beşikte başlarız Neşet Ertaş’ı duymaya. Öylece büyütür bizi, bizimle yürür türküler. Bilge bir imbikten süzülen ve hiç kimsenin itiraz edemeyeceği doğru yolu gösterir.
Kulak verebilirseniz gönlünüze ulaşır, orada peydahlanmış sevincinize ya da hüznünüze yarenlik eder. Duygunuz karşılık bulur, boş ve anlamsız bir duyguda iseniz onun yerine doğru olanı ikame eder, güzel ve etik ise imar eder kalıcı bir duygu kimliği oluşturmanıza yardım eder. Tabibi Neşet Ertaş olana selam olsun!
Tek başına türküler sosyolojik ve psikolojik yönlendirmeye yetecek kadar güçlü bir hekimdir.Kalpler sağlam olursa vücut da sağlıklıdır, işte kalpleri tedavi eden türküler bin yıllık bir eczanesidir Türk milletinin.
Yaratılış sebebini herkes merak eder ve onu bakın Neşet Ertaş nasıl güzel tarif eder:
Güneşe gülle at, karartır mı hiç// Allah sevmediğini yaratır mı hiç?
İnsan olan insan darıltırmı hiç// Haksızlık haksızın özünden olur.
Acının değmediği gönül mü vardır, birazcık ucundan da olsa bu acıyı tadanının kapısını kırarak içeri ye girer ve talan eder, acıyla yüz yüze gelince bağıra bağıra ağlamak istersiniz, yıllardır boğazınızda biriken ne varsa boğazınıza kadar çıkar, kilitlenir. İşte bir türlü öksüre öksüre atamadığınız o hıçkırığı bu türkü söker atar. O müzmin iltihap patlar...!
Gönül dağınızın dumanı dağılır ve rahatlarsınız ve hala aynı acıda yanmaya devam eden Kerem gibi yandıkça türkü okuyan o semenderin karşısında hem siz hem derdiniz küçülür.
Hep sen mi ağladın hep senmi yandın,//Bende gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlumu sandın//Ömrümü boş yere çalan dünyada..
Aynı cümleleri başkasından duysak öyle sıradan gelir ki, hatta “sendeki derdi nimet sayan var.” deyiveririz. Fakat Neşet Ertaş sözü sanki yüreğinin derininde bir ateş denizine batırır ve bir semender gibi her kelime alev alev çıkar ağzından. Hangi yaradan beslenir, hangi yara bu kadar derine gider ve fitil tutmaz; yara içeride baş tutar, dağ olur, dağlar durur da türkü olur yaktırır, söyletir kendini…
Soldu gönlümdeki al yeşil bağlar//Hasret ateş olmuş yüreğim dağlar
Her nerde gördüysem garipler ağlar//Ağla sazım ağlanacak zamandır
Nefestir bizi müptela eden, kelimeler değil, mısralar değil!
O kelimenin çıktığı ağızdır!
Neşet Ertaş’ın yüreğindeki o ateş denizidir.
O yakıcı soluktur üzerimize ateş yağmuru gibi yağan.
Düğünlerimiz bir terapi yeridir. Önce insanın yüreğini titreten geçmişten- geleceğe sızlatan bir- iki türkü çığırılır, efkar basar kalpleri, herkes kendi derdini düşünürken birden serumu hastaya yetiştiren tabip gibi hızlı hızlı ‘’Kesik Çayır'' çalmaya başlarlar. Çünkü serum verilmezse az sonra kalp hararetten çatlayabilir.
Bunu bilerek yaparlar ve biz Kırşehir’de önce türkülerle yana yakıla ağlar sonra o gözlerimizin yaşını sile sile hatta burnumuzu çeke çeke “Kesik Çayır'ın” havasına kaptırır oynamaya başlarız.
SONRA DA BİLEN BİLİR “BİTER KIRŞEHİRİN GÜLLERİ BİTER …!”
KIRILIR KAŞIKLAR !
ACI DEĞEN ATEŞ DEĞEN YERDE GÜL BİTER. O ATEŞ GÜLLERİ: TÜRKÜLERİMİZ !
BOZKIRDA GÜL KOKAR KALBİMİZ !