“Yaramın üstünde yürümeyi öğretti bana celladın bıçağı.”

Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:
Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!?
Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiç bir vakit,
yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!
Ben barbarların atlarını iyi bilirim.
Bir ben dururum onların karşısında,
bir ben,
gençliğin yüreğiyim her daim,
yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların./ Çev.: A. Kadir –Şiir:  Süleyman Salom/

Çocuk, alnında bu kurşunla nasıl geldin uzaklardan? Nasıl güzel bir geliş bu! Seni görünce bağışlandım zannettim.  Fakat, nasıl mahcubum, utanç içindeyim, senin o şekerpare canını söküp alan eller kurusun.

Küçümseyerek baktı: Ebabiller ne zaman gelecek, dedi. Niye gelmediler bizi kurtarmaya? Hani fil ordularınız? Ebabil, bizim yüreğimizden kalkacak uçaklardı çocuk, Ebabil zulme hayır diyen insan ordusuydu, kuş sürüsü değil. Fakat şu mühürlü kalbimizi sana nasıl anlatabilirim? Duaya bile dönmeyen dilleri, hiç olmazsa bir taşı İsrail’e fırlatır gibi uzağa atamamayı nasıl anlatayım sana?

Filler, bizim öfkemizdi çocuk. Zulmün karşısında hakkı savunan yürekti o fil. Kalkıp yürümedi Filistin’e doğru. Ayaklarını toprağa vura vura şu iki milyar müslümandan üç fil olamadık çocuk.

Fakat nasıl geldin kucağıma ansızın? Hala beyaz kundağında ılık kanla. Kucağımda ağlayan gözlerle soran, sorgulayan gözlerine beni öldürmeye mi geldin? Şu en uzun gecede, şeb-i yeldada en karanlık gecede? Gözlerin gibi kara gecede…

Can, bazen atlas bir kumaş bazen kanlı bir kundakta, dedi. Bazen toprak sarar bazen can o en uzak yıldızın koynunda, dedi. Acı ile mesh ettiğim yüzünü öptüm.

Ağlasam alevden yaşlar akacak yanağıma. Kalem sahipleri mürekkebini kana batırdı, yüreği olanlar köz yaşı döktü günlerce, meczuplar mağara diplerinde, yeryüzüne çıkmamaya yemin etti yılanlar bile.

Sen, atalarının günah ağacından sürgün vermiş hurma dalımsın. Akreplerin dolduğu bir vadide akbabaların iştahasını kamçılayan şu kara gözlerinle şu ateşe, kana, zulme ve ölüme eğilmiş zeytin ağacımsın.

Çığlığın kalbimizde çınlıyor, arş-ı alayı titretiyor, İblis’i sevindiriyor, çığlığın da ebabilleri, filleri uyandırmaya yetmiyor çocuk!

Ölüm, beni gökkuşağına çeker gibi çekti, dedi. Neşe içinde gittik. Fakat size kandan bir gökyüzü bırakarak. İsrai’in eli bizi şu ölüm ırmağına ittiğinde, uçmağa çıktık. Su size kan göründü, Kıptileştiniz bu günahla! Dedi.

”Gene geleceğiz ”karşılaşmanın yollarında.
Bir bülbül kulağıma fısıldadı:
Gene geleceğiz.
Bülbüller oralarda
yaşarlar henüz.
Şakırlar yazılarımızda.
Gene geleceğiz
Gölgeleri arasında özlemin,
yadırgamanın mezarlarında
bizim yerimiz de var
bu kesin.
Yorulma gönül,
dönüşün yollarında
çökme sakın.
Gene geleceğiz,
gene.’’ / Filistin Şiiri ‘Abu Salma’nın, ‘Gene Geleceğiz’ başlıklı şiiri/

Dünyada battık başka yerde doğacağız. Zulüm paslı çivilerini  Filistin’in gövdesine çakarken, diri diri yakarken, o yerinden kalkmayan fillere , ebabillere, o kafire kalacak mı bu dünya? Söyle kalacak mı?Dedi.

Çocuk konuştukça, canımın mumu iyice eridi. O ise kundağın içinde ılık bir kan sesiyle bir güvercin gibi çırpına çırpına  konuşuyordu. Evet, dünyaya geldik, acı suyunu içtik biz de gidiyoruz dedim. Korku ve telaş içindeyim. Dünya ateşten bir bahçe hepimizi yakacak. Mağlubuz çocuk!

 Dünya kurulalı, ney inler, rebab ateş saçar hüzün yakışır bize. Kül elediğimiz boşuna mıdır?

Şehitliğin beng-i suyu çocuk!Ruhumuzu dağlayarak geçiyor zaman.

Ölüm toprağına girdiğimizde senin gibi gülemeyecek, kefenin içinde bahtiyar olamayacağız!

Münker ve Nekir hoş geldiniz demeyecek bize!

Sarıldım, sanki bağışlanmanın başka yolu kalmamış gibi.

Acıya sarıldım, birden o boşluk o kollarımda sızlayan boşluk!

Hangi yıldızın arkasından bakıyorsun bilmem,  Filistin’e ve günahkar yüzümüze ?

“Yurdumda ölmek bana yeter,
gömülmek yurdumun toprağına,
toprakta dağılmak, karışmak toprağa, yok olmak,
sonra dönmek bir gün yeryüzüne tekrar
bir yeşil ot olarak…
Ülkemde büyüyen bir çocuğun elinde
bir demet çiçek olarak.”  /  ‘Fatva Tukan’ Şiir: ”Yeter Bana”