Leon Nikoloyeviç TOLSTOY.
Rus ve münzevi.
Ferrarisini satan adam, saltanat hırkasını atan İbrahim Bin Ethem hepsi aynı.
Üzerinde partal bir palto, kauçuk bir çarık, elinde bir asa, cebinde kamış kalem. Sırtını döndüğü parlak ışıklarıyla şöhret, lüks bir hayat ve zenginlik.
Nereye gidiyorsun adam?
Uzağa daha uzağa, Tanrı'yı bulacağım yere !
Lütfen ve hatta yalvaran bir lütfen ile, sonsuzluğa cam gibi açılmış gözlerini dikip üstüne kal diyenlerin: Peşimden gelmeyin, beni aramayın, Tanrı hakkı için yakamı bırakın!
Ne var ki, şöhret yakasını bırakmaz, onu daha uzağa çok uzağa götürecek tren her defasında yakalanır, yolu kesilir, soluk soluğa birkaç gar geçerler; münzeviyi kurtaramaz şöhretin pençesinden.
Gider insan!
Neden gider nereye ?
Önce ruhu yola düşer insanın, sonra bedenine dar gelir yaşadığı mekan, her gün yüz yüze kaldığı hayat boğar onu. Zenginliğin, günahkar lüksün, şatafatın ateşten gömleğini çıkarıp bir kamış kalem bir çarık gider. Bütün yüklerinden kurtulup bir trene binip cennetine, bir dağ başı kulübesine, basık tavanlı, tek odalı, demir ranzalı, duvarında kısık ışığıyla yanan bir gaz lambasına gider. Gitmek ateşi bir kez tutuşmaya görsün'' kalmak'' yakar insanı.
''Çekilin ışığımın önünden!'' nezaket ve içtenlikle ve fakat azimle söyler bunu. ''Bir köylü gibi ölmek istiyorum ! Bu malikanelerde Tanrı yok'', Tanrı'nın olduğu yere bir tren götürecek onu.
Sofiya, kırk sekiz yıllık eşi fakat sadece eşi. Ruhuna yabancı , Tolstoy'un ruhunun kulübesine kırk sekiz yıl boyunca girememiş, anlayamamış, uzak ve yabancı eş (?)
Şöyle ağlıyordu: Evet Saşa, ''onun çalışma odasına girdim evet kabul ediyorum lakin bir cümle bile okumadım. Dokunmadım hiç bir şeyine.'' Leon, zaten dolu bir bardak taşmaya hazır, onu kişneyerek bekleyen sabırsız trene koşar. Tren, onu Tanrısına götürecek tren ! Sofiya ağlamaktadır fakat bu ağlayış kırk sekiz yıllık bir mesafeden, kırk sekiz yıllık bir yabancılıktan. Tanısyadı Tolstoy'u haydi sevgilim birlikte gidelim, ardımız tufan, arkamıza bakmadan gidelim !
O ne yapar, engel olur. Trenin yolunu kesen bir çığlıkla ağlar, kargaşa yaratır, polisleri seferber eder ve Tanrı'ya gidecek trenin yolunu acımasız bir eşkıya gibi keser.
Çekil günahkar kadın ! Trene binmek ve sessizce gitmek istiyorum, çekil ! Yalnız ve gösterişsiz bir hayatın cennet olduğunu ne zaman anlayacaksın? Ben şu servetin ve lüksün içinde azap çekiyorum görmüyor musun ? Şu iyi giyimli uşaklar cehennem zebanisi, şu gümüş tabaklar cehennem aynası ...
Ruhum gayyada ölüyorum çekil.
Münzevi için, dünyanın bütün ışıkları sönmüş, faniliğin meymenetsiz suratını görmüştür. Şöhretin o felç eden alkışı !
Bu kovalamacadan yoruldu ihtiyar bedeni, kendisini Allah'a götüren o trene bindi fakat rahatsızlığı müsaade etmedi. Kırk derece ateş içinde yanarken, onu bir tren kulübesine yatırdılar. Demir ranzaya uzandı, duvarda gaz lambası, cebinde kamış kalem derin bir nefes aldı huzur dolu. Dışarıda şöhretin kalabalığı, saygısız bir kalabalık onu son kez görmek için bir birini eziyordu.
Tren huysuz bir at gibi körüklene körüklene aldı gitti yolcularını.
Onu Tanrı'sına 'a bu kadar getirebildi.
O ise bir köylü gibi ölüyor, lütfen susun artık !