2023 yılı Ocak ayında Harun Çelik’in Youtube’daki bir videosunu izledim. “Stefan Zweig Okuma Rehberi” ismini taşıyan bu videoda Zweig’in tüm kitapları üzerinde konuştu, yorumlar yaptı Çelik. Arada, “yalnızca novellalarını okumakla Zweig okuyor olunmaz!” mealinde bir ifadede bulundu.  Muhakkak bir bildiği, roman ve düz yazılarından da haberdar olunması gerektiğini vurgulamak isteği vardı, anlamıştım. Fakat insan bazen söyleneni zıtlamak istiyor. Biraz hınzırca biraz da Karadeniz tarzı sayılabilecek bu tutuma binaen ve daha önce Zweig’in hiçbir kitabını okumamış olmanın getirdiği bağımsızlık ve önyargısızlığın da verdiği hareket ve manevra alanının sayesinde tüm novellalarını okumak ve dostlarıma “Zweig okuyorum” demek istedim. (Nasıl, siz de gülümsediniz mi?) 17 Şubat – 16 Mart 2023 tarihleri arasında tam 22 Zweig novellası okudum. Güzel bir farkındalık, hazlı bir okuma, yeni bir tanışma, tatlı bir kazanım ve lezzetli bir kafa tutma oldu benim için. Tabii ki size de öneririm, epey mutlu hissettim. Tabii Çelik’i anlamak için Zweig’in diğer novellalarını, romanlarını ve anlatılarını da okumaya başladım. Fırsat olursa sizlerle de paylaşabilirim. Ama önce novellalar…

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Almanca: Brief einer Unbekannten), ilk kez 1922'de yayınlanan, Stefan Zweig tarafından yazılan uzun öykü. Mektup biçiminde yazılan eser, ünlü bir yazarın hatırlamadığı bir kadından aldığı mektuptan oluşuyor. Öyküde aşkın psikolojik çözümlemesini kadının iç dünyasından yola çıkarak yapan Zweig aynı zamanda, mutlak aşkı sorgulatıyor. 

Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu adlı uzun öyküsünü 1920'li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun "gönderen"inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: "Sana, beni asla tanımamış olan sana". Kadın büyük tutkusunu hep bir "bilinmeyen" olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde "taraflar" değil, sadece tek bir "taraf" vardır. Buradan yola çıkarak Ahmet Cemal eser için yazdığı Aşkın Psikolojisi başlıklı ön sözde okuyucuya "Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi?" sorusunu yöneltiyor.

Doğu Batı Yayınları’nın ifadesi ile; “Bir hayâle, bir vehme, bir söze bütün bir ömür feda edilebilir mi? Peki ya karşılık beklemeden duyulan bir sevgiye? “Çocuğum öldü dün” diye başlıyor Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu… Acaba sevdiğinden başka gözü hiçbir şeyi görmeyen böyle bir kadının neleri göze alabileceğinin bir sınırı var mıdır? Hele bir de bu kişi sevdiğini herkesten daha iyi tanıyorsa… Ve gene bu kadının umursamaz, çapkın, eğlenmeyi seven ama birini sevmek, ona bağlanmak ve en önemlisi birinin kaderinden sorumlu olmak noktasında güdük kalmış bir insanı sevmesi ve onunla birlikte olması ağır bir bedel karşılığı oluyorsa… Peki, böyle bir bedeli ödemeye değer mi? Bir yanda sayısız gönül macerası olan, ama sevgiyi, bağlılığı yaşama şansı belki de hiç gerçekleşmeyecek bir adam, diğer yanda sevdiği kişi uğruna kendi hayatından bile vazgeçen bir kadın… Melodrama yaklaşan havasıyla biraz abartılı gibi görünse de, Zweig’ın akıcı ve güçlü anlatımıyla günümüzde artık yaşanmasına pek de ihtimal verilmeyen geçmişte yaşanan aşklara bir ağıttır belki de bu güzel hikâye…”

Öykü, roman yazarı R. olarak anılan yazarın tatilden döndükten sonra, aldığı imzasız mektubu okumasıyla başlıyor. Mektup yazarın hiç tanımadığı bir kadından gelmiştir ve "Sana, beni hiç tanımamış olan sana," diye başlar. Kadın küçükken Viyana'da yazarla aynı apartmanda yaşamış, daha sonra annesiyle birlikte Innsbruck'a taşındığı zaman bile bu adama karşı tutkusu hiç eksilmemiş ve 18 yaşına geldiği zaman tekrar Viyana'ya dönmüştür. Yazarla yeniden görüşmeye çalışan kadın üç gecelik beraberliğin ardından unutulmuş olarak hayatına devam eder. Yolları birkaç kez daha kesişse de bu kısa beraberliklerinde ona yıllardır aşık olduğu gerçeğini söylemez. Söylerse yazarın onu tamamen anlamayacağını ve hayatındaki basit kadınlardan farksız kalacağını düşünür. Aynı sebepten dolayı çocuğun varlığından da bahsetmez. Çocuğuyla birlikte zor günler geçirse de, sevdiği adamın gözünde ondan faydalanmak isteyen bir kadın olmak istemediği için, asla onunla iletişim kurmaz. Hayatını sağlamak için zengin erkeklerle çıkmaya başlasa da hiç biriyle evlenmez. Defalarca kendisini hatırlatmaya çalışsa da yazar onu tanımaz. İspanyol gribi yüzünden çocuğunu kaybettikten sonra kendisinin de öleceğini hissettiğini belirttiği mektubu yazıp gönderir. Eser yazarın kadını hatırlamaya gayret etmesi ve hatırladığı parçaları birleştirmeye çalışması ile son bulur.

Birkaç alıntı;
“Sana, beni asla tanımamış olan sana.”

“Çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytuluklardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz.”

“Elinin değdiği kapı tokmağını öptüm, dairene girmezden önce fırlatıp attığın bir puro izmaritini çaldım ve onu, dudakların değmiş olduğu için, artık kutsal bir nesne saydım.”

“Bütün hayatımı bilmelisin, o hayat ki hep senindi ve sen onu asla bilmedin.”

“Bir nevi uyuklamakla ve özlemle harcanmış onca yılın ardından nihayet senin tarafından tanınmak istiyordum.”

“Senin tarafından tanınmamak gibi ömrüm boyunca mahkûm olacağım bir kaderin acısını, ilk defa yaşıyordum.”

“Ondan önce yalnızca bulanık ve karışık bir şeyler vardı, hatırlama çabalarıyla asla derinine inilemeyen bir şeyler, belki toz tutmuş, örümcek ağlarıyla örülmüş, karanlık yüreğimde hiçbirinin bilgisi bulunmayan nesnelerle ve insanlarla dolu herhangi bir mahzen.”  

“İç dünyamda olağanüstü denilebilecek, derin bir saygı, bu kadar çok kitabın varlığı düşüncesiyle birleşmişti.”  

“Benim için, bir çocuk için nasıl bir mucize olduğunu, nasıl baştan çıkarıcı bir esrar               perdesi anlamına geldiğini şimdi anlıyor musun sevgilim!”

“Ama sevgilim, kendimi ne zaman sende bütünüyle ve sonrasız olarak yitirdiğimi hâlâ          gününe  ve saatine kadar hatırlıyorum.”

“Sadece yalnızlık çeken çocuklar tutkularını bütünüyle, dağılmaksızın  koruyabilirler,            ötekiler,  duygularını başkalarıyla beraberlik atmosferinde gevezeliklerle harcarlar,              yakınlıklarla köreltirler, aşk hakkında çok şey okumuşlardır, duymuşlardır ve aşkın ortak      bir kader olduğunu   bilirler.”

Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda "mutlak aşk" kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal! Su gibi yudumlanabilecek, yürek burkacak bir anlatı bu novella. Ben okuduğum için kendimi şanslı ve mutlu addediyorum. Size de öneririm.