Aylak Adam, Yusuf Atılgan'ın 1959'da yayımlanan ilk romanıdır. "Kış", "ilkyaz", "yaz" ve "güz" olmak üzere dört "mevsim" başlığından oluşan eserde mevsimlerden kış, ilkyaz ve yaz kendi içlerinde yedi bölüme ayrılırken güz mevsimi dört bölüme ayrılmaktadır. 28 yaşlarında, içerisinde hizmetçilerin olduğu evde çocukluğunun geçtiği söylenen, kumar düşkünü babaya sahip bir roman karakteri olan C.'nin hayatına anlam verecek değeri arama çabası romanda anlatılmaktadır.

1958 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü'nde ikincilik kazanan Aylak Adam'da bilinç akışı, iç monolog, diyalog, geriye dönüş, günlük, mektup ve leitmotif tekniği kullanılmıştır. Roman, farklı karakterler ve anlatıcılar tarafından anlatılmaktadır.

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı, yayınlandığı günden bu yana edebiyatımızın en sevilen, üzerinde en çok tartışılan romanlarından biri oldu. Roman, 60’lı yılların başında bizimle birlikte tüm dünyada da konuşulmaya başlanan kentli aylak aydın bireyi konu alıyordu. Bugün artık çağdaş klasiklerimiz arasında yer alan Aylak Adam’ın dikkat çektiği entelektüel sorunlar halen güncelliğini koruyor. 

Babasından kalan emlaklardan aldığı kiralarla çalışmadan geçinebilen C., gününü kitap okuyarak, kahvehanelere, restoranlara, barlara giderek, film izleyerek, bol bol yürüyerek, sanat çevresinden arkadaşlarıyla sohbet ederek ve durmadan düşünerek geçirir… C., toplumla uyuşamayan, ataerkil yapıya ait olamayan, iki kişiden kurulmuş toplumların “en iyisi” olduğunu düşünen ve bu uğurda ‘gerçek aşk’ı arayan; huysuz, sıkılgan, mutsuz ve ‘aylak’ bir adamdır. Romanın konu edildiği bir yıl boyunca C.’nin başından iki aşk macerası geçer. İlkinde üniversite öğrencisi ‘süssüz, sade’ Güler’den umduğunu bulamayan C., yaz aylarında gittiği pansiyonda karşılaştığı eski sevgilisi ‘ressam ve kişilikli’ Ayşe ile de olaylı bir aşk süreci yaşar. Aylak Adam, aradığı ve tek tutamak olarak gördüğü gerçek sevgiyi, o kadını ararken aslında sürekli O'na teğet geçmektedir. Yolda, tramvayda ya da kumsalda çok yaklaşmakta; fakat O'na erişememektedir.

Ömriye Bayrak’a göre; “Bu romanıyla modern Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan Atılgan, romanda insanın kendi özüne, içinde yaşadığı dünyaya, üyesi olduğu topluma yabancılaşmış bireyi işler. Bir ismi bile olmayan roman kahramanı C. aykırı, uyumsuz, ötekileşmiş, toplumla çatışan huzursuz bir ruh haline sahiptir ve çağdaş insanın bireyselliğinin yok edilmesinden ve kendi öz benliğinden uzaklaşmayı dayatan koşulların altında yaşamaktan şikâyetçidir. C. yabancılaşmayı adeta alın yazısı edinmiş, tutkulu bir reddediş içindedir. Bu yabancılaşmanın kökeni ise Oidupus Kompleksiyle, uygar toplumdaki engellenmede aranmalıdır. Romanda annenin yerine geçen teyze figürü ve baba, C.’nin garip davranışlarının başlıca nedenleridir. Anneyle istenilen imgesel bütünlük kurulamamış, bunun karşısına ataerkil bir baba dikilmiş, gitgide yalnızlaşan bir çocuk figürü ortaya çıkmıştır.

Birkaç alıntı;
“Okuldan suratımda çürükler, tırnak yaralarıyla döndüğüm günler babam, ‘–Görürsünüz, adam olmayacak bu çocuk’ derdi. Konuşmazdım. Sevinirdim. Babam adamsa ben olmayacaktım.  ‘Büyüyünce bıyık bırakmayacağım’ derdim kendi kendime. Ertesi gün daha çok dövüşürdüm. Ötekiler benden yıldılar. Öğretmenler babama yazarlardı. İyi ki okumamı istemiyordu. Yoksa ona inat okumazdım.”

“Ne vardı gidip o meyhanede içecek! En iyisi böyle yürümek değil mi? Bu yaz yürümeyi unuttum ben. Çok oturdum; hayır çok yattım. Terden, yorgunluktan korktum. Rahattım… Rahatına düşkünlerden, eli paketlilerden bir ayrılığım yoktu. Ona ‘ötekiler yok; ikimiz varız’ diye bağırdığımda bile ötekiler gibiydim.”

“Düşünüyordu: “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor.”

“Ya ötekiler? Binlerce gazete satılıyor bu şehirde. Örneğin şu yaşlı adam! Yoksa FATİH’TE İKİ EV YANDI başlığını görüp “İyi, benim orada evim yok” diye düşünebilmek rahatlığı için mi  okur? BİR ADAM KARISINI ÖLDÜRDÜ. “İyi etmiş. Kim bilir ne namussuzdu.” ÇİN’DE  İSYAN. “Beter olsunlar, kırsınlar birbirlerini. Bize dokunmasınlar da!..” Bu “biz” dediği daha çok  “ben” değil mi? “Ben, benim, bana, beni!” Herkes “Ben.””

“Namuslu berber, dedikodunun dalgınlığıyla, boynuna sardığı peşkiri iyi sıkıştırmamış olacaktı. Dünya berberlerle, Seyfi beylerle doluydu. ‘Ya sıra bekleyen adam? Hiç konuşmadı. Yoksa kadının sevgilisi miydi? Oysa yaman adammış doğrusu.’ Kuşkuluydu. İnsanların kimliği ilk bakışta anlaşılmıyordu. Gözlerinde böyle bir hassa olsun isterdi. O zaman aradığını aldanmadan, ne çabuk bulacaktı! Onları anlamak için, doğruluklarından kuşkulanarak konuşmalarını dinlemek, davranışlarını görmek demekti. Kişi öyleyken bile aldanıyordu. Acaba insanların kimliğinde yanılmayan birisi var mıydı?”

“Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar da vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur, ” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimizi, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!”

Bir arayışın romanıdır Aylak Adam. Roman kişilerinden Sadık’ın deyişiyle “bütün değerlerini yitirmiş, dayanacak bir şey arayan” bir insanın romanı. İstemediği, benimsemediği durumlara zorla kazanmaktansa yalnızlığına sığınır C.; “olanla yetinerek, aramadan, düşünmeden yaşanılsın diye yaratılmış bir dünyada yalnız” olduğunu bilir çünkü. “Aylak Adam’ın neden mutluluğa eremeyeceğini sezmeyi okura bırakır” diyor Fethi Naci.

Okunması zor bir metin bu. Bilinç akışı yaklaşımına ek olarak birinci şahıs ve üçüncü şahıs ağzından yapılan anlatımlara ek olarak mektuplar ve günlükler yardımı ile karakterlerin düşünce, duygu ve iç dünyalarını vermiş Atılgan. Berna Moran; “Anayurt Oteli” ve “Aylak Adam”ın aynı romanın farklı farklı yazılmış nüshaları olduğunu belirtiyor kritik yazısında. Çok fazla kişi var metinde. İlk sayfadan itibaren kişilerin isimlerini ve neci olduklarını, özellikle not aldım; üç küçük kare blok sayfası tuttu. Yer yer dönüp kimin kim olduğuna bakma ihtiyacı duydum. Evet her kelimesi üzerinde çok düşünülmüş bir metindi. Yazarın araya girip kahramanlarının ifadelerini yalanlaması yada felsefesine girmeyeceğini ifade etmesi ise modern eleştiride olumsuz bulunan özellikler. Atılgan modern yazın tarihimizde önemli bir yazar. Bu açıdan bakınca bu eseri okumak, çağdaş edebiyatımızı daha iyi anlayabilmek açısından önem kazanıyor. Mürekkep kokulu günler dilerim efendim.