İbrahim Yıldırım

Tarihimizde iftihar ettiğimiz zaferlerimizi Malazgirt, Mohaç, Çaldıran gibi sayarken Niğbolu Meydan muharebesi zaferimizi de anarız. Gerçekte bu Niğbolu’nun fethi değil, Niğbolu’nun müdafaasıdır. Önce Niğbolu Zaferimizi bir hatırlayalım:

 

Niğbolu görülmeye değer şirin bir kasabadır. İki tepe arasına kurulmuş, Tuna Nehrinin güneyinde bulunmaktadır. Şehir 1395 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından fethedilmiştir.

 

Yıldırım Beyazıt 1395’de İstanbul’u 2. defa muhasara etmişti.

 

Bu arada Macar kralı Sigusmund’un çabalarıyla Fransızlar, İngilizler, İskoçyalılar, Almanlar Flamanlar, Bohemyalılar, Polonyalılar, Avusturyalılar, İsviçreliler, İtalyanlar, Belçikalılar, Lüxemburglular kısaca bütün Batı-Hristiyan milletler bir Haçlı Ordusu teşkil ettiler. Bu orduda Fransız Nevers Kontu Korkusuz Jean da vardı. Osmanlı hududuna yaklaştıkça bu orduya Transilvanya, Hırvat ve Ruman gönüllüleri de katıldılar. Böylece 120.000 kişilik bir kuvvete ulaştılar. Niğbolu Kalesi önünde toplandılar. Buraya gelene kadar sivil halkı ve esirleri boğazlamaktan geri kalmadılar.

 

Niğbolu Muhafızı Doğan Bey, Niğbolu kalesinde mahsur kalmıştı. Haçlı Ordusu bir taraftan kaleyi muhasara ederken diğer taraftan da günlerini zevk ve sefahatle geçirmekteydiler.

 

Yıldırım Beyazıt bunu haber alır-almaz hemen İstanbul muhasarasını bırakıp, 50-60 bin kişilik bir kuvvetle yola çıkmış ve Niğbolu’ya altı saatlik bir mesafeye kadar habersizce sokulmuştu. Akıncı Beyi Evrenoz Bey yaptığı keşifte kalenin güçlü bir ordu ile muhasara altında olduğu haberini Sultana ulaştırmıştı. Yıldırım Beyazıt, Niğbolu Kalesi muhafızı Doğan Bey’in ne yaptığı ve ne düşündüğünü merak etmişti. Bu kadar kalabalık ve güçlü ordu karşısında direnmeyi sürdürememesinden endişeliydi.

 

Yıldırım Beyazıt atına atlayıp gece karanlığında, bildiği geçit noktalarından süzülüp, düşman saflarının arasından geçerek kalenin karşısına geldi. Ve:

 

-“Bre Doğaaaaaaaan!.. Bre Doğaaaaaaaaaan” diye seslendi.

 

Kalede ve tetiklt bulunan Doğan Bey bunu duydu ve Hünkârının sesini tanıdı. Fakat bir türlü kulaklarına inanamıyordu. Hünkâr burada ne gezerdi? Fakat aynı ses yine yükseldi:

 

-“Bre Doğaaaaaaaaaaaan!.. Bre Doğaaaaaaaaaaan” .

 

Doğan Bey sevincinden deli gibi kalenin burcuna fırladı. Günlerdir kuşatma altındaydı. Durumu hakkında haber gönderemediği gibi Hünkâr’dan haber de alamamıştı. Burçtan eğildi. O zaman gecenin alaca karanlığında, atının üstünde bir zafer heykeli gibi duran Yıldırım Han’ı tanıdı. Heyecanlı sesi, gecenin sessizliğini yırttı:

 

-“Buyur saadetli Hünkârım”

 

-“Bre Doğan halin nicedür?”

 

Doğan Bey, düşmanın bir haftadır keleyi nehirden ve karadan tazyik ettiğini, lâkin Hünkârlarının gelip yetişeceğine emin bulunan gazilerin dayandığını, kalenin sağlam ve erzakın bol bulunduğunu haber verdi. Yıldırım Han, son defa:

 

-“Hele dayanın… İşte biz dahi vardır!” diye seslendikten sonra karanlıklara daldı.

 

Bu konuşmayı, düşman karakolları duyarak kumandanlarına haber uçurmuşlardı. Hemen bir süvari müfrezesi peşine düştüyse de Yıldırım Han’ı ele geçiremediler.

 

Türk Ordusu ertesi günü Haçlılara hücum etti. Bu savaş sonunda, düşman tamamen mağlup ve imha edilmiş başta Fransız asilzadelerinden Korkusuz Jean olmak üzere Haçlı ordusunun en meşhur kumandanları Yıldırım Hân’a esir birçok tanınmış asilzadeler öldürülmüşlerdi. “Eğer gökyüzü yıkılsa, Hristiyan Ordularının mızraklarına takılıp kalır” diye övünen Macar Kralı Sigismund ise bir balıkçı kayığına atlayıp kaçarak canını zor kurtarmıştı. [1]

 

25 Eylül 1396 ‘da Niğbolu Meydan Muharebesi sonunda Sigusmund’un ordusu tamamen mağlup ve perişan oldu.

 

Niğbolu Savaşında Türkleri ilk defa tanıyan Korkusuz Jean’ın esaret çok ağrına gitmiş ve “ Kurtulursam bir daha Türklerle harp etmem” diye yemin etmişti. Kurtuluş fidyesi gelip te canını kurtardığı ve serbest kaldığı zaman, bu şekilde bir yemini olduğunu bilen Yıldırım Beyazıt, Fransız asilzadesine:

 

-“Jean!.. Aleyhime silah kullanmayacağına yemin etmişsin. Bu yeminini şimdi sana iade ediyorum. Yurduna döndüğün zaman benimle yine savaşmak istersen bütün Avrupa hükümdarlarını ittifaka davet edebilirsin. Ne kadar fazla müttefik ve ne kadar büyük bir ordu toplayabilirsen, bana şan kazandırmak için o kadar fırsat vermiş olursun. Beni savaş meydanında daima karşında bulacağına emin ol. Çünkü ben savaş ve zaferler için doğmuş bir adamım. Benden ileride bulunmak arzusuna kapılanlar, daima benden geride kalacaklardır” der. [2]