" Zengin isen ya bey derler ya paşa , fukaraysan ya abdal derler ya cingan haşa " ..!
Hepimizin hayat hikayesi bu değilmidir ?
O... Hayat hikayemizi bu dizeleri ile özetlemişti aslında...
" İnsanın derdi ne kadar büyük olursa gülüşü o kadar sıcak olurmuş , öyle derler bizim buralarda , o derdin büyüklüğü neye göre ölçülür biçilir bilmem ben , fakat birinin gülüşünün sıcaklığını hissettim mi , anlıyorum ki derdi çok güzelleşmiş derdiyle" demiş büyük usta ....
Gönül dağından kopmuş , gurbet ellere göçüp oralarda yanan bağrından ötmüş bülbüldür...
Neşet ertaş herhangi bir müzisyen değildir
kişilik olarak kendini gerçekleştirmiş birey kategorisinde , sanatı ise en uç seviyededir..
Halk müziğimi , klasik Türk müziğimi ayrımı garabetine bir eleştiri getirmek istendiğinde gönül rahatlığıyla bir Neşet Ertaş türküsü masaya koyar çekilebilirsiniz...
Trt’nin o siyah beyaz ekranlarında ‘Kırşehir’li mahalli sanatçı ” payesidir ..
Türkü rönesansının babası olmasının yanında Neset Ertaş aynı zamanda jazz ve blues sanatçısıdır...
Gırtlagını olaganüstü bir sekilde kullanan üstad ; türkülerinde , acısıyla , hüznüyle , aşklarıyla ve sevinçleriyle örülü Türk insanının bozkırdaki Anadolu 'nun yansıması olmustur , gözardı edilmeyecek bu özellikleriyle , Amerikalı bir blues sanatçısı neyse , Neşet Ertaş' da aynı tür sanatçımızdır...
Sesinde , sazında , aşklarında , türkülerinde yüreğinde Anadolu ' yu görebileceğiniz en büyük ozanlarımızdandır..
" Ben ağlatmak için çalmıyorum , ben anlatmak için çalıyorum" derken " üzdün " diyememiş de ," yazımı kışa " çevirdin deyivermiştir ...
Usta ekmek sınavını en ağırlarından geçenlerden , öyle bir geçmek ki sonunda bize kalan sadece havalandırılmış bozlaklar değildi artık Anadolu 'nun bozkırlarında üzeri kumla kapanmakta olan bir kültürü de canlandırmıştı ...
Abdallık geleneğinin son temsilcisi olarak kabul görür Yaşar Kemal , “ İnce memed ” adlı eserini “ bozkırın tezenesi’ne ” diye imzalar ve o sırada Almanya’da bulunan Neşet Ertaş’a yollar , bu unvan aşıkla o kadar özdeşleşir ki , sıklıkla bu şekilde anılır..
" Ölürsem ben mezarıma gelme gayrı gelme leyli leyli” dese de “Her kusur suç bende Leyla’da değil” diyecek kadarda yüce gönüllüdür , bir düğünde görüp daha çocuk yaşta gönül düşürdüğü kızın adını gizleyecek kadar asil , yıllar sonra bu kızın öldüğünü duyuncada “Vay vay Dünya vay” diyecek kadarda kederlidir ...
Öyle bir içten “Hapishanelere güneş doğmuyor” deyişi vardır ki gündüzün ortasında karanlığı yaşatmıştı , sanki o mahkûmlarla birlikte biz de zindana atılmıştık… Eşi dostu yanına gelmeyen insanlara hapishanenin dışının da cezaevinden farksız olduğunu anlatmıştı..
Usta yurt dışında da kıymet bilinen bir sanatçı olarak 2011 yılında unesco ’ nun yaşayan insan hazinesi listesine dahil edilmişti..
Ancak bizde ise vefatından sonra değeri , kıymeti artmıştı...
Zaten neyin değerini kıymetini biliyoruz ki..! Aşıkpaşa , Süleyman Türkmani , Ahmed 'i Gülşehri , Aşıkpaşa , Ahi Evran , Erol Güngör ,Aşık Said ve daha niceleri...
Çekiç Ali , Şemsi Yasdıman , Muharrem Ertaş ve sayıları tek tek azalan abdal kültürünün değerleri ...
Bakmayın şimdikilere yok telif hakkı , yok sinema filmi altında bile kem konuşanlara , kendisi hayatta olsaydı " canları sağ olsun " , derdi eminim...
Bu topraklar bir Neşet Ertaş daha çıkaramadı ve görünen o ki bir dahada çıkaracak gibi bir hali yok...!
O bu toprakların son “KUTB -I ABDALAN ' I " ...
Bu sabah yine kulağıma çalındı da şuraya gelip iki kelam yazayım dedim ...
" Yarin aşkı ile bağrı kavrulan ,
Ömrü boşa harman olup savrulan ,
Sevip sevip sevdiğinden ayrılan ,
Ne yaşamış ne yaşıyor ne YAŞAR "...