İnsanoğlu, ilk insan Hz. Âdem(as) ve eşi Hz. Havva yaratılıp dünya sahnesine gönderildiğinden beri topluluk halinde yaşamaktadır. Topluluk halinde yaşamanın; zorlu hayat şartlarını alt etme, hayatı idame ettirme, insan neslinin devamını sağlama, halife kılındığımız yeryüzünün inşa ve imarını mümkün hale getirme, hilkat gayemiz olan kulluk vazifemizi bihakkın yapabilmeyi kolaylaştırma gibi birçok avantajı bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “ İnsanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım!”. Sadece insanlar değil bütün canlılar bir ümmet /topluluk halinde yaratılmış ve hayatlarını o şekilde sürdürebilecek bir donanımla yaratılmıştır. Bu gerçek Enam suresinde şöyle haber verilmektedir: “ Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi sizin gibi bir ümmettir. Biz, Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet hepsi toplanıp Rablerinin huzuruna getirileceklerdir.”
İslam, sadece ahirete bakan bir din değildir; bilakis dünya-ukba dengesini gözeten, dünya hayatını ahiret hayatının kapısı ve mezrası olarak gören bir değerler manzumesidir. Dünya mezrasında ne ekersen ahiret tarlasında onu biçersin anlayışı temel kaidedir. Ahiret, bu dünyada iken kazanılacak veya kaybedilecektir. Bu din; sadece ahirette mutluluk, huzur, saadet ve nimetler vadetmiyor; dünya hayatında da izzet, gurur, mecd, kuvvet, kudret, asalet ve şerefle yaşamanın yolunu gösteriyor.
Toplumsal bir ortamda diğer insanlarla beraber yaşamanın birçok avantajı bulunmaktadır. Şayet o toplumda güzel adetler, örfler varsa, faydalı teamüller oluşmuşsa, sahih inanç toplumsal bir değer ise toplum için bir avantaj olarak kabul edilebilir. Kişi, İslami bir muhitte, İslam umdelerinin cari ve sâri olduğu bir vasatta yaşamanın getirdiği birçok iyi hasleti tabii olarak elde eder. İnsanın sahip olduğu nimetler içinde en değerlisi iman nimetidir. Müslüman bir toplumda yaşamanın bir avantajı olarak bu nimet başlangıçta taklit düzeyinde iken zaman içerisinde araştırma neticesinde tahkiki bir surete bürünebilir.
Hz. Yakup(as) ölüm alametleri belirmeden hemen önce çocuklarını toplayarak onlara bazı vasiyetlerde bulunmuş, kendisinin ve ataları İbrahim, İsmail, İshak’ın da ilahı olan tek ilaha kulluk etmelerini istemişti: “ Yoksa siz, Yakup’un ölüm anında, orada şahitler miydiniz? O, oğullarına: 'Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?' dediğinde, 'Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler ona teslim olduk' demişlerdi.”. Hz. Yakup’un talebi ve vasiyeti yaratılış amacına uygundu. Doğup büyüdüğümüz toplum gaflet, cehalet, şirk, küfür, tuğyan, fısk u fücur içindeyse imana ulaşmamız daha fazla çaba gerektirecektir. Hidayete ulaşmak için Allah’ın rahmetini celbedecek salih ameller ve samimi bir yönelişin olması vaciptir. Bununla birlikte o toplumda sahih dini duyuracak Rabbani davetçilerin olması su gibi, hava gibi lazımdır.
Topluluk halinde yaşamanın getirdiği birtakım avantajlarla beraber sorumluluklarımız da bulunmaktadır. Müslüman, maruf denilen bütün iyi ve güzel vasıflar, ameller, davranışlar, normlar, gelenek ve göreneklerin o toplumda ihya edilmesi için çalışırken münker denilen bütün, zulüm, küfür, isyan, tuğyan, fuhuş vb. fenalıklar ve kötülüklerin o toplumdan uzaklaştırılması için var gücüyle cehd etmek zorundadır. Bu, imanının ona yüklediği bir görevdir. Al-i İmran suresinde bu ahval şöyle tebyin edilmektedir: “ Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüğü de yasaklayan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
Herhangi bir toplumda haram, şirk küfür, zulüm vb. münkerler yaygınlaşırken Müminlerin olup biteni seyretmeleri olacak iş değildir. Vahyin yüklediği sorumluluk gereği zulmün, küfrün, şirkin, azgınlığın ve taşkınlığın önüne geçebilmek için elinden geleni yapmak Müminin boynuna borçtur. Emri bil maruf ve nehyi anil münker yapacak bir cemaat, grup, organizasyon ferdi eylemlerden daha etkilidir. Münkerin yaygınlaşmasında grupların, cemaatlerin, vakıf ve derneklerin vazifelerinde kusurlu veya noksan olmalarının payı çok büyüktür. Sosyal paylaşım siteleri ve dijital âlemin kötülüğün yaygınlaşmasındaki rolü, geniş toplumsal tabakaların rolünden daha çok fazladır. Örneğin, ikiyüzlülüğün ve din istismarının toplumsallaşmasında Münafıkların faaliyetleri büyük bir etkinliğe sahiptir. Mahalle baskısı denilen norm, atalarımızın “üzüm üzüme baka baka kararır.” veya “ Sarı öküzün yanında duran ya huyundan ya suyundan…” diye izah ettikleri sosyal bir yasayı işaret etmektedir. Kur’an’da bu durum şöyle dile getirilir: “Erkeğiyle kadınıyla münafıklar birbirine benzer; kötülüğü özendirip iyiliği engellerler, hayır için harcamaya elleri varmaz. Onlar Allah’ı umursamadılar, O da onları rahmetinden mahrum bıraktı. Gerçek şu ki münafıklar günaha batmış kimselerdir.”
Müminler, hem ferdi hem de cemaat halinde içinde yaşadığı sosyal dokuda marufun ihyası, münkerin ise imhası için gücü nispetinde çalışmakla mesuldür. Yüce Allah, insanı sadece kendisini kurtarmakla sorumlu tutmuyor; bilakis ana-babasından, ailesinden, akrabalarından, aşiretinden, yaşadığı toplumdan hatta ulaşabildiği bütün insanlara karşı sorumlu olduğunu bildiriyor: “Mümin erkekler ve Mümine kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.”
Bir milletin hidayetten delalete, imandan küfre, itaatten isyana doğru yol almasının başlangıcında bu farzın terk edilmesi vardır. Ehli iman ve takva, iyi insanlar inandıkları dinin vacibini yerine getirmedikleri vakit o toplumda küfür, şirk, isyan, tuğyan, fısku fücur ve bilumum günahlar hızla boy verir ve canavar otunun toprağı zehirlediği gibi tüm toplumu zehirler.
İsrail oğullarının lanete müstahak olmalarının temel sebebi haddi aşarak Peygamberlerini öldürmeleri, emri bil maruf ve nehyi anil münkeri terk etmeleridir. Resulullah bu durumu açıklarken onların, birisi kötü işle/günahla meşgul olan arkadaşının yanına gittiğinde onu uyardığını sonrasında ise arkadaşlığına halel gelmesin diye ikaz etmekten vazgeçtiğini, böylece kalplerinin benzeştiğini ve umumi bir lanete uğradıklarını haber vermektedir: “İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve sınırı aşıyorlardı. İşledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmıyorlardı. Yaptıkları ne fena idi!”
Peygamberimiz kötülüğe karşı takınmamız gereken tavrı tafsilatlı bir şekilde izah etmiştir. Bugün yaşadığımız cemiyette insanları uyarmak mahalle baskısına maruz kalmaya yol açıyor. Hatta mürteci damgası yemek işten bile değil. Uyarı, davranış rehberi niteliğinde: “ Sizden kim bir kötülük görürse eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalben buğz etsin. Bu da imanın en zayıfıdır.”.
Toplumda marufun/ iyiliklerin yaygınlaşması için Müminler ’in salih ameller işlemesi kadar başka insanları imana ve güzel davranışlara yönlendirmesi çok önemlidir. Çevremizdeki insanlar bize bakarak salih, güzel bir Mümin, güzel bir insan olaya özenmelidir. İnandığımız değerler, ahlaki tutarlılık, karakterimiz, tutum ve davranışlarımızla güzel bir örneklik sergileyebilir, samimiyetimizi kaybetmezsek diğer insanlar için rol-model olabiliriz.
İçinde bulunduğumuz çağda insanlık, beşeri ideolojilerin pençesinde tüketmemeli hayatını. Varlığa dair esaslı ve sahici cevaplar bulmak zaruretinde. Yaşadığımız düşünce, inanç, ahlak ve eylem krizine yegâne çare vahyin getirdiği değerlerdir.
Ramazan ayını, yeniden iman etmenin, bu imanın mucibince salih amelleri ihlasla işlemenin, bütün mevcudatımızla Yüce Allah’a teslim olmanın başlangıcı yapmalıyız.