Tarihi bir vesika olan Belâzuri’nin verdiği bilgiye göre Mekke’de 17, Medine’de 11 kişi okuma-yazma bilmekte iken Hz. Nebi(as) bölgede, bir seferberlik başlattı. 23 yılın sonunda hesabı tutulamayacak nispette okuma-yazma bilen kişi oranına ulaşıldı .Bedir Gazvesi ’nden sonra esir alınan Müşriklerden, 10 Müslümana okuma-yazma öğretenler tekrar özgürlüklerini elde etmişlerdir. Ehl-i Beyt ’ten bazıları bu süreçte okuma yazmayı öğrenirken bazıları sadece okumayı bazıları da çok az okuma-yazmayı öğrenebildiler.. Hz. Aişe ve Ümmü Seleme validelerimiz okumayı öğrenirken, yazıyı öğrenemediler.. Hafsa validemiz okumayı Şifa el-Adviye’den öğrenince, Efendimizin “Keşke Hafsa ’ya okumayı öğrettiğin gibi, yazmayı da öğretseydin” dediği. Hz. Şifa’nın da bu talep gereği Hz. Hafsa ‘ya yazıyı da öğrettiği kayıtlıdır.
Hz. Peygamberin(sav) okuma –yazma bildiğini savunan Müsteşrikler ile bazı Müslümanlardan oluşan farklı bir kesimin olduğunu biliyoruz. Bu gruptakiler iki mühim zaviyeden yaklaşıyorlar olaya: Bir kısmına göre Yüce Allah, Peygamberimize her bakımdan hususi bir güç ve hususi bilgi vermiştir. Nübüvvetten sonra zaten mevcut olan kabiliyetler kendiliğinden zuhur etmiştir; ayrıca bir çabaya ihtiyaç duymamıştır. Bu anlayışta olanlardaki aşırı ismet gayreti hemen göze batmaktadır. Hâlbuki Efendimizin böyle aşırı yüceltmeci bir övgüye muhtaç olmadığını izaha lüzum dahi yoktur. Bir kısım garazkâr müsteşrikler ise bu meseleyi nübüvveti inkâr için basamak yapmaya gayret ederler. Onların batıl ve mürîp iddiasına göre Nebi(as), mükemmel bir biçimde okuma-yazma bilmesine rağmen, ibadet şekillerinin, kıssaların, ahlaki esasların Kitab-ı Mukaddes’ten iktibas edildiği ortaya çıkmasın diye- mahsus- okuma –yazma bilmiyor gibi davranmıştır. Tabi bu anlayış İslam’dan nefret eden Batılı oryantalistler için normaldir. Üzücü olan husus ise son bir asra yakın zamandan beri yeni bir anlayışın kimi ilahiyatçılar tarafından dillendirilen görüşlerin ve iddiaların – çoğunlukla - müsteşriklere ait olmasıdır.
Müsteşriklerin Peygamberimizin okuma-yazma bildiğini iddia etmelerinin iyi niyetli olmayan bir gayesi vardır: Onlar, bu iddialarıyla, güya, Resulullah’ın 12 yaşında bir çocuk iken amcası Ebu Talip ile Şam’a ticaret amacıyla gittiği, orada karşılaştığı rahip Bahira’dan geçmiş kitapların bilgisini alarak yazdığı, sonra da ihtiyaca göre, vahiy geldi, diyerek yazıp insanlara duyurduğunun alt yapısını oluşturduklarını zannediyorlar. Hâlbuki böyle bir şeyin muhal olduğu en basit akıl yürütmeyle dahi rahatlıkla çürütülebilir. O yaşta bir çocuk süper bir okuma-yazmaya sahip olsa bile, bugün, Kur’an’da mevcut bütün hususları nasıl ve ne şekilde öğrendiği, hangi defterlere kaydedip 30-40 yıl boyunca muhafaza ettiği, ardından bu bilgilere dayanarak mükemmel bir kitabı nasıl yazdığı soruları cevapsız kalır. Kaldı ki akli delillerden daha önemli olan Ankebut suresinin 48. ayeti - zorlama tevillere girişilmez ise- Hz. Muhammed(sav)’in risalet öncesi okuma-yazma bilmediğini kat’i surette beyan etmektedir.
Peygamberimizin ümmiliğini tartışan Müslümanlardan menfi ve müspet reyde olanların dayandıkları muhtelif delillerin cemmini ele almaya imkân yok lakin bazı delilleri serdetmenin faydalı olduğunu düşünüyorum. Şayet; O’nun bildirdiği şeylerin önemi ümmiliği meselesiyle doğrudan alakalı ise ve bazılarının “ Koskoca bir peygamber, Allah’ın peygamber olarak gönderdiği bir kişi ,nasıl olur da okuma yazma bilmez; olacak bir şey değil bu!” şeklindeki makul gibi duran itirazlarına nasıl bir cevap verilir, denilecek olursa: “Peygamber Efendimizin okuma-yazma bilmesi onun şanını ve getirdiği dinin kıymetini arttırmadığı gibi tersi bir vaziyette de noksanlıktan söz edilemez. Nitekim tarih boyunca birçok peygamber toplumun genel ölçüsüne aykırı şekilde gelmiştir (Hz. İsa, Hz. Musa, hatta Resulullah ki, Mekke müşrikleri Kur’an’ın iki büyük adamdan birisine inmesi gerektiği yönünde itirazda bulunmuşlardı.” şeklinde cevap verebileceğimizi söyleriz.
Bu meseleyi değerlendirirken şu hususu akıldan çıkarmamak elzemdir. Okuma-yazma tabii ki mühimdir fakat bizatihi, asli, kendi mevcudiyeti ile bir değer değildir. Bilakis okuma –yazma, bilgiye ulaşmanın ve duygu ve düşünceleri başkalarıyla paylaşmanın, başkalarına iletmenin bir vasıtasıdır. Yani gayeye matuf bir kıymeti vardır. Kıymeti maksat ve gayesinden tevellüt ettiği için ilim tahsil etmenin önemli bir vesilesi kabul edilmektedir. Bu hususiyet bizim için pek ehemmiyetli olsa da bütün bilgilerin, marifetin, hikmetin, geçmiş, şimdi ve gelecek zamanın bilgilerini vahiy ile öğrenen Hz. Nebi için böyle bir önemden söz edilemez. Zaten onun bize bildirdiği vahyin mestur olduğu Kur’an’ı Kerim’deki malumatlar okuyarak öğrenilmiş ve yazılmış bilgiler değildir. Aksine ümmi olduğu ayetlerle haber verilen, bu vahiylerden, okuma –yazma yoluyla haberdar olmadığı beyan edilen Emin bir Elçi’nin semavi menbadan aldığı ve insanlığa tebliğ ettiği halis, sadık, mü’men bilgilerdir.
İtirazlardan birisi salt akla dayanarak ileri sürülmektedir. Bu itirazı dillendirenler “Hz. Hatice validemizin ticaretini emanet ettiği, sürekli alış-veriş yapan, yerine göre borç sözleşmesi akdeden bir kişi nasıl olur da okuma-yazma bilmez! ”demektedirler. Süregelen tecrübe ile sabittir ki günümüzde bile mütemmem bir okur-yazar olmadığı halde kendi adını-soyadını ve bazı basit sözcükleri -bozuk şekilli olsa da- okuyup yazabilen, rakamları yazıp okuyabilen kimseler mevcuttur. Bunların yazıp okumaları mütekâmil bir okur-yazarlık olmamasına rağmen işlerini görecek kadar okuma-yazma bildikleri vakıadır.
Resulullah’ın hayatındaki en küçük ayrıntının, hatta aile hayatındaki bir kısım tafsilatın bile nakledildiği hadis külliyatında, O’nun okuma-yazma öğrenip öğrenmediği, öğrendi ise, kimden /hangi sahabeden ne kadar sürede öğrendiği, ne zaman öğrendiği vb hususlarda bir rivayet olmadığı hususu iyi düşünülmelidir. Bu konu değerlendirilirken, vahiy kâtiplerinin sayısı, isimleri, vahyi nasıl kaydettikleri, daha da önemlisi, İslami davet başladığında Mekke toplumunda toplam 17/19 kişinin okur-yazar olduğu ve isimleri dahi bize kadar ulaşmışken Peygamberimizin okuma-yazmayı kimden öğrendiğine dair bir malumat olmaması mutlaka nazarı dikkate alınmalıdır.
Ezcümle; Hz. Nebi(sav)’nin Mekke döneminde okuma yazma bilmediği çok sağlam delillere müstenit olduğu için şahsi düşüncem bu yönde. Ankebut suresinin 48. ayeti kerimesi ( Bundan önce ne bir kitap okuyabiliyor ne de elinle yazabiliyor değildin. Şayet böyle olsaydı Batıl’a sapanlar bundan şüpheye düşerlerdi, başkalarını da düşürürlerdi) de bunu teyit etmektedir. Hüdeybiye Muahedesindeki bazı rivayetleri bize aktaran Bera b. A’zip (r.anha) hadisindeki farklılıkları da hesaba kattığımız zaman, en azından, sürekli vahiyle, onun yazdırılması işiyle meşgul olan Resulullah’ın sonradan kendine yetecek kadar kifayette okuma –yazma öğrendiğini fakat bugünkü okur-yazar kavramından farklı olduğunu -okuma-yazmanın çok basit bir seviyede olduğuna işaret eden rivayatı unutmamak kaydıyla - söylemek mümkün olabilir. İşin hakikatini Allah bilir .