Sabah namazı vakti gelmişti. Namazımızı kılmak ve ihtiyaçlarımızı gidermek amacıyla Suudi Arabistan'a geçince ilk mahattada durduk. Oğlum da Suudi Arabistan sınırlarında kullanmak için sim kart aldı. Bizim Doha'da aldığımız hatlar devre dışı kalmıştı. Şimdilik bir hat yeterli diye düşündük, ihtiyaç olursa her zaman 30 - 40 riyal verip sim kart alma imkânı vardı...

Riyad yoluna kadar Selva, Hufuf ve El Ahsa şehirlerini geçtik. Yol boyunca petrol çıkarılan platformlara şahit olduk. Yolların genişliği ve kalitesi Katar'a nispetle oldukça düşüktü. Bölge, Suudi Arabistan'ın büyük şehirlerinin yer aldığı bir yer değildi. Ayrıca büyük tanker, tır ve kamyonların sıklıkla kullandığı yollar olduğundan dolayı dökülme, bozulma ve çukurlaşma Mekke – Medine - Cidde arasındaki yollara nispetle daha barizdi. İşin doğrusu, buna rağmen bizim yollar bu yolların yanında tarik hidme (tali yol) sayılırdı.

Yola, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan mukayesesi yapmak amacıyla çıkmış değiliz. Lakin insanız ve yol boyunca şahit olduklarımız bütün bunları düşünmemize sebep oluyor. Mekke ve Medine'ye çevirmişiz yüzümüzü; yollar beş yıldız da olsa tek yıldızda da kalsa kalbimizin sesine kulak vermişiz bir kere... Seferimiz ilahi bir emrin neticesi; imani bir mesele. Yoksa ne diye göze alalım 3000 km’ lik yolculuğu!

Bu arada yarım saat kadar kestirdim. Zira muhtemelen oğlum uyumadan 560 km’ lik mesafeyi tamamlayamazdı. Nitekim gözlerimi açtığımda uyumamak için direndiğini fark ettim. Şoför koltuğuna geçtim; Riyad'a kadar gittikçe artan bir merak ve heyecanın eşlik ettiği yol serüveninin sihrine kaptırdım kendimi. Cidde’ de yaşadığım dönemde Mercedes 320 ML kullandığım için Mercedes 350 ML‘ ye intibakım fazla sürmedi. Yolun takriben kalan 300 km’lik kısmını öğle namazının vakti girmeden bitirdik.

Riyad'a, daha önce bir kere arkadaşlarla yüzmeye gittiğimizde kullandığımız Dammam cihetinden girdik. Yolları, binaları parkları caddeleri o kadar tanıdık geliyordu ki… Hatıraların üstündeki toz toprak bir anda yok olmuş en net haliyle ortaya çıkmıştı. Yeni yapılan büyük, gösterişli binalar, kaleyi andıran yüksek duvarlı villalar, geniş bir sahaya inşa edilen AVM' ler, alt, üst ve yan yollar ve benzin istasyonları şehrin çevre yolunun doğusuna doğru geliştiğini gösteriyordu.

Riyad'da bulunan İmam Muhammed Üniversitesi Külliyetu'l Luğa ve't Terceme bölümünün devre mesaiye öğretimine iki yıl devam ederek mezun olduğum için bu mahalleyi iyi biliyordum. Şehrin asıl ulaşım ağını teşkil eden Tarık Melih Fehd, Tarık Melik Abdullah ve Tarık Dairi olduğu gibi duruyordu. Bu sebeple ana hatlarıyla belleğimizde kayıtlı olan Riyad haritasına güvenerek hiç navigasyon kullanmadan Şari Tahassusi’ye ulaştık. Gönlümden geçenle aklımın önerisi ihtilaf halindeydi. Gönlüm, ömrümün en güzel beş yılını geçirdiğim Riyad’ da özgürce gezmeye meylederken aklım bu seferdeki asıl menzilin Medine ve Mekke olduğu hakikatinin altını çiziyordu.

En son 2015‘ te Türkiye’ye hurucu nihai ile avdet etmeden birkaç gün önceden yediğimiz Suudi Arabistan’ın yemek markası meşhur el beyk ve mirinda alıp münasip bir yerde mola vermekti düşüncemiz. Yolda iken telefonla sipariş verdiğimiz için fazla beklemeyecektik fakat yine de ben fırsat bu fırsat deyip ana yolun kenarına çıkıp cadde boyunca televizyon kulesine doğru yürüdüm. Riyad’ a ilk geldiğimiz üç beş aylık zaman zarfında evimizin yerini tespit etmede ana işaret o kuleydi. Dışarıdayken kaybolursak kule bizim için kutup yıldızı vazifesi görürdü.

Yol kenarında mazide birikmiş anıları deştikçe bir şeyler tebellür ediyordu. Küçük bir çocuğun oyuncak sepetindeki bütün oyuncakları çıkarmasına, İlgisini hangi oyuncak çekerse onunla oynamasına benzer bir şeydi benim yaptığım. Hatıralarımdan bazılarının yüzüne ışık tutuyordum bir anlamda. İlgim, 2007’nin Ocak ayında yaşadığım ve belleğimde silinmez izler bırakan kırmızı Işıkta geçmenin tecziyesi olarak çok zor şartlarda sekiz saat hapiste kaldığım ve 400 riyal de ceza ödediğim günde yoğunlaştı. Tahminen hali hazırda arabayı park ettiğimiz yere yakın bir noktada pusulanmıştı polisler. Şimdi rahmetli olan Ferzende Hoca ile Riyad Kitap Fuarı’ ndan dönüyorduk. İkindi ezanı okunmak üzereydi.

Dört yolun birleştiği Tahassusi Kavşağı’ndaki trafik lambasında yeşil yanıyordu. Arabamın hızı 100 km/saat civarındaydı. Kavşak yaklaşık 50 metre genişliğe sahipti, dolayısıyla da karşıya geçmek belirli bir zaman alıyordu. Tam kavşağa yaklaştığımda hala yeşil yanarken karşıya geçmek için yolda devam ettim. Tam geçtiğim esnada sarı ışığın yandığımı göz ucuyla görebildim fakat o hızla durmak imkânsızdı. Mecburi olarak karşıya geçince polis arabasının yanıp sönen mavi sarı ışığını gördüm. Polis yolu çevirmiş kırmızıda geçenleri kontrol noktasına doğru çeviriyordu. Bizi de çevirdi. ”Eyvah!” dedim. Arabayı bağlamalarından korkuyordum. Hapis ve para cezasından bihaberdim. ”İkame ve ruhsa kayadeyi çıkarın.“ dedi sert bir ses tonuyla. Zaten kolçağın altındaki kutuda hazırda bekliyordu ehliyet ve kimliğim. Çıkarıp verdim. Önce inceledi, ardından “Arabadan inin!” dedi buyurgan bir biçimde. Benim bir şey sormama fırsat vermeden “Niçin kırmızı Işık’ta geçtiniz?” dedi. ” Hayır, biz burtugalîde geçtik. “ dedim. Bana baktı müstehzi bir gülümsemeyle. ”Demek burtugalîde geçtin ha!” dedi, “Öyleyse bir müddet nezarethanede kalınca sarıyı kırmızıyı öğrenirsin!” diye ekledi. Nezarethane hapisten beterdi. Bağlanan arabama mı, ödediğim paraya mı, üzerine namazlık sererek yattığım buz gibi soğuk betonda geçirdiğim saatlere ve ailemin çektiği sıkıntılara mı yanacağımı şaşırmıştım. Allah’tan hapishane kımızı Işıkta geçenleri almayınca önceden girenleri salıverdiler de aldık özgürlük müzekkeremizi.

Bu hadise zihnimde hızlıca akarken oğlum çoktan nevaleleri alıp gelmişti. En yakın Sasko’ nun (hemen her yol üzerinde 30 km arayla kurulmuş olan dinlenme tesisi) beş km mesafede olduğunu söylüyordu navigasyon cihazı. Medine yoluna girip bir müddet gittik ama ne Sasko ne de doğru düzgün başka bir tesise rastladık. Akıllı telefon bizim güvenimizi boşa çıkarmak istercesine 30 - 40 km daha peşine taktı. En son gösterdiği adreste gerçekten bir Sasko vardı lakin hala inşaat halinde olan ıssız binalardan başka bir Allah’ın kulu mevcut değildi. Nâçar; çölün başlangıcı sayılan ince kumla karışık çorak toprağın üstünde, arabayı siper ederek, elbiselerimizi ve saçımızı savuran serin rüzgâr eşliğinde bastırabildik midemizin sesini.