Gözleri hiç görmeyen, birinci derece görme engelli olan Âşık Veysel, önündeki hiçbir engele takılmadan bu dünyada gerçeklere parmak basarak kendi tabiriyle “Dünyadaki uzun, ince, tozlu, dumanlı bu yoldan gündüz gece yolculuk yaparak” iki kapılı hana uğrayıp geçti. Rahmetli babam Lütfi Düğer’den 1960’lı yıllarda dinlediğim bir anıyı anlatmadan geçemeyeceğim:
Âşık Veysel Tarsus’ta Aynalı Han’da kalırken kapısı kilitli odasından parası çalınır. Han görevlileri biz almadık, sen başka yerde kaybetmişin, derler. Bunun üzerine Âşık Veysel şu dörtlüğü söyler;
Anlayamadım bu nasıl dubara?
Çözemedim nasıl olur böyle iş?
Aynalı Han’da kaldı bu para.
Kapı kitli, cüzdan cepte, içi boş.
Buna benzer çirkin hareketlerle sık karşılaşan Koca Veysel’in gözünün açılması için Atatürk bizzat talimat verir. Ama Veysel kesinlikle kabul etmeyerek şunları söyler: “Benim kalben gördüğüm bir dünyam var. Onunla oynamayın, yapılan çirkinlikleri gözümle görmek istemiyorum.”
Veysel kalp gözüyle bakıp gerçekleri görerek tabiatı, insanlığı, canlı ve cansız bütün yaratıkları severek herkese öyle yaklaştı. Tek âşık olduğu, kara topraktı. Toprağın verdiği nimetleri hiç kimsenin vermediğini biliyordu. Kendi köyünde ömür boyu toprakla kucaklaşan Veysel, örnek bir meyve bahçesi yetiştirmiş, hissettiği duygularla Kara Toprak şiirini yazmıştı.
Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır.
Veysel, insanların simalarını göremiyordu ama o, insana insan diye değer veriyordu. Irk, renk, din, mezhep ayrımı yapmadan âdeta insanlığı kucaklıyordu. İnsanı insan diye severek yaklaşıp şiirlerinde birlik beraberliğe, kardeşliğe değer verip ayrımcı değil, birleştirici; nefret kin değil, sevgi ile şiir ve türküler söylüyordu.
Allah birdir, peygamber hak
Rabbil âlemindir mutlak.
Senlik - benlik nedir bırak
Söyledim geldi sırası.
Güzelliğin on par’ etmez,
Bu bendeki aşk olmasa.
Eğlenecek yer bulaman,
Gönlümdeki köşk olmasa.
Altmışlı yılların sonu ve yetmişli yıllarda sağ ve sol kavgası yapılan ülkemizin kan gölüne dönmüş bazı illerinde mezhep çatışmasına kadar varan büyük olayların yaşandığı o buhranlı yıllarda yine Koca Veysel sazı ve sözü ile bu ülkeye sahip çıkarak halkı sükûnete çağırmıştır. Gerçek hak ve halk ozanları, şairleri ve yazarları toplumun harcı gibidir, hep birleştirici olurlar. Bakın Veysel ne demiş:
Ne yezittir ne kızılbaş,
Değil miyiz hep bir kardaş?
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi.
Kürdü, Türkü ne Çerkezi,
Hep âdemin oğlu kızı,
Beraberce şehit, gazi
Yanlış var mı ne, neresi?
Veysel’in kalbi sevgi ile dolu, gönlü de tüm insanlığa kucak açmış büyük bir köşk gibiydi. İnsan, insanı aşkla sever; gönül köşkünde ağırlar. Bunun temelinde önce sevgi gelir. Bu sevgi Veysel’de doğuştan vardı zaten.
Âşık Veysel Sivas’ın Sivrialan köyünde başlayan çile dolu yaşamı perişan, sefil bir gezgin olarak Anadolu’yu adım adım dolaşıp haktan aldığını halka dağıtarak yine doğduğu köyde 25 Mart 1973 tarihinde son buldu. Ve bende şiirimle diyorum ki “Veysel Geçti Bu Dünyadan”…
VEYSEL GEÇTİ BU DÜNYADAN
Hizmetiyle hayır edip
Bozkırları çayır edip
Kalp gözüyle seyir edip
Veysel geçti bu dünyadan.
Aşk ateşi denen yara,
Söz söyletti sıra sıra,
Bağlamaya vura vura,
Veysel geçti bu dünyadan.
Her canlıya can diyerek
Herkese insan diyerek
Çift kapılı han diyerek
Veysel geçti bu dünyadan.
Kardeşliğe adım atan,
İnsanlığa çatı çatan,
Nice acıları yutan,
Veysel geçti bu diyardan.
Ayrım yapıp ayırmadan
Hiç kimseyi kayırmadan
Yanlış yola çevirmeden
Veysel geçti bu dünyadan.
Kara toprak yârim dedi
En son durak yetim dedi
Beni ona verin dedi
Veysel geçti bu dünyadan.
Ebediyetin göçünde,
Mart ayı yetmiş üçünde,
Giden yolcular içinde,
Veysel geçti bu dünyadan.
Düşürmezdi hiç dilinden
Yürüdü Hakk’ın yolundan.
Doğduğu Sivas ilinden,
Veysel geçti bu dünyadan.
Değişmeyen özüyünen,
Bağrındaki sızıyınan,
Elinde bir sazıyınan,
Veysel geçti bu dünyadan.
İbrahim der sazı kaldı
Kulaklarda sözü kaldı
Kendi gitti izi kaldı
Veysel geçti bu dünyadan.