Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, bu oyunu, Mürebbiye romanının drama çevrilerek oynanışı üzerine yazdığını, oyunun önsözünde bulunan aşağıdaki açıklamasından anlıyoruz. "Piyese tahvil edilen bedbaht Mürebbiyemin sahneler üzerinde defaatle uğradığı acz-i tenzilât ve içine karıştırılan türrehât-ı tuluât beni pek meyus etti. Bu Hazan Bülbülü'nü o yolda bir zillet-i lü'b felaketinden kurtarmak için bunu, sahnece olacak tertibat-ı sanatı, pek nazar-ı itibare almayarak ancak bir roman gibi okunmak endişe-i tahririyle yazdım. Binaenaleyh, uzun muhaverelerden tevakî etmedim. Çok defa sahnenin iki kişi ile boş gibi kalmasına da ehemmiyet vermedim." Bir roman hacminde olan ve yazarın açıklamasında da görüldüğü gibi, okunmak için yazılan bu oyun dört perde, elli üç meclistir.
Tiyatro denemeleri yapan yazar, bir tiyatro eleştiricisi olarak, bizdeki tiyatro binalarını ve sahneye konan eserleri de yetersiz bulmuş, bu konudaki düşüncelerini kimi romanlarında, Hazan Bülbülü'nün önsözünde ve gazetelerde yazdığı makalelerde açıklamıştır. Gerek tiyatro binalarını, gerekse oynanan oyunları beğenmeyen yazar, bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklıyor; "Tiyatro namını tezlilen bu ismi verdiğimiz salaşlar içinde halkımız, komedi, facia niyetine bir takım abur cubur seyir ede ede, temaşa hakkında tedavisi müşkil bir galat-ı hisse düştü. Evvel be evvel umumun bu yalmş zan ve hissini tashih lâzımdır. O nama müstehak bir tiyatro binasına malikıyyet paraya taalluk eden bir mesele olduğundan bunun halli koca bir millet için bîimkân sayılmaz. Fakat tiyatromuz olsa, piyesimiz yok. Piyes yazılsa, mümessiller halk etmek lâzım gelir. İşte, asıl bunun serian husûlüne imkân yok."
Yazar, roman ve hikâyelerinde olduğu gibi, tiyatro eserinin de toplumun yaralarına dokunması gerektiği düşüncesindedir. Hazan Bülbülü'- nün önsözünde de bu noktaya değiniyor. "Gazetelerimizin her gün neşrettikleri temaşa ilânlarına bakınız. (Çifte Gelinler), (Budala Aşık), (Kurnaz Yazıcı) gibi isimler görürsünüz. Bunların müellifleri kimlerdir. Lâzımü-t teşvik hangi yaralarımız intikad-ı sanatın ince, müessir, ibret-bahş temsilâtıyla enzar-ı intibaha konuyor? Ne oynayanlar, ne seyredenler asla bu kaygıda değildirler."
Hazan Bülbülü'nde, romanlarda da ele alınan bir konu olan, genç kızların, aileleri tarafından zengin olmak amacı ile kendilerinden çok yaşlı kimselerle evlendirilmelerinin kötü sonuçlarından biri işlenmiştir. Sevdiği gençle evlenmek isteyen bir genç kız büyüklerinin zoru ile yaşlı bir zenginle evlendirilir. Hiçbir yönden mutlu olamayan genç kızın günleri büyük bir üzüntü içinde geçer. Yaşlı erkek de kendinden çok küçük bir kızla evlenmenin mutluluk getirmeyeceğini kısa zamanda anlar. Karısının genç ve güzel oluşu onda aşırı kıskançlık duyguları uyandırır. Huzursuzluk içinde geçen günlere evin kızı ile damadının gelmesi eklenir. Karısından pek hoşlanmayan damat genç ve güzel kayınvalideyi elde etmeye çalışır, onu tehdit ile geceleri bahçede buluşmaya zorlar. Gene bahçede buluştukları bir gece asabının bozukluğundan bayılan genç kadını kolları arasına alır. Bu durumun kızı tarafından babasına gösterilmesi üzerine yaşlı adam birden bire ölür. Genç kadın da kötü damgasını yer…
Nebahat, kadın-erkek eşitliği konusunda oldukça aşırı düşünceye sahip, kadınların yaptıkları ev işlerini bayağı bularak kadına çalışma hayatında erkeğin yanında yer veren, çalışmayan kadını erkeğin tutsağı sayan bir genç kadındır. Ali Tevfik Beyle yaptığı bir konuşmada bu konuda şunları söylüyor:
"Beyefendi hazretleri, erkek eline bakan kadın hür değildir. Pençiksiz bir nevi aile halayığı, koca esiridir. Bu haşin zevce akşam üzeri evine gelip de emirlerinden birinin ihmal edilmiş olduğunu görünce kadım haşlar. Canı isterse döver bile Kadının elinde derebeyine karşı kullanabileceği hiçbir silah yoktur. Beyefendi hazretleri, kadın hilkaten bu acze mahkûm olarak zavallı bir mahlûk değildir. Kadın bugün kocası ile hukuken müsavat istiyor "
Refî Efendi'nin konağında çalışan Ayşe Kadın, Selime ve Anika'- nın kendi aralarındaki konuşmaları ve Refî Efendi'nin sözlerine verdikleri anlamları görelim;
"Ayşe Kadın -Al sana bir ortak daha Aman kokonoz, koş, geç kaldın, efendine benim ve Selime'nin İşte bu matmazel cenahlarının
Selime — Susun Susun Dinleyelim işte. Efendi söyleniyor. (Hepsi Kapıya kulak verirler.)
Refî Efendi— insan maşa kadar bir boyda doğuyor. Yavaş yavaş büyüyor.
Anika— Ne dedi arılayabildiniz mi ?
Ayşe Kadın— Maşayı insan doğurur diyor.
Selime— A Bunak Sayıklıyor galiba.
Refî Efendi- Bir çiçek gibi açılıyor. Şundan, bundan birer kâm alayım derken soluyor tebah oluyor.
Ayşe Kadın— Yine bugün hekimi çağırtmalı. Ihtiyarcağız sayıklıyor. Nöbeti ziyade Çiçek gibi açılır, tabak olur diyor. Eskiler alayım diyor, saçmalıyor."
Hüseyin Rahmi, oyun yazmanın roman yazmaktan çok daha güç olduğunu, kendisinin bu konudaki acemiliğini de kabul ederek eleştiri yapanlara söyleyecek söz bırakmayacak kadar kendi kendini eleştirmiş ve yaptığı yanlışları söylemekten çekinmemiştir. Oynanmaktan çok okunması için kaleme alındığı belirtilen bu piyesi okumanızı tabii ki öneriyorum.