İzmir’e yaptığım ziyaretlerden birinde boş vaktimde okumak için aldığım Gulyabani’yi evinde kaldığım kayınpederim Salim Dağtekin beyefendiye kaptırdım. Kendisi bitirmeden benim bu kitaba başlamamı yasakladı. Ben ev halkı ile şakalaşırken o, odasına kapanıp bir çırpıda okuyuverdi bu güzel anlatıyı. Benim ziyaretim bittikten sonra (belki altı ay sonra) okuyabilme imkanım oldu bu ironik kitabı. Fakat müteakip ilk görüşmemizde hemen Gulyabani’yi okuyup okumadığımı sorarak üzerinde konuşmaya, tartışmaya başladı. Böylece dinin ve inanışların batıla alet edilmesi ile ilgili tatlı bir muhabbetimiz oldu. Öncelikle buna vesile olduğu için Hüseyin Rahmi’ye minnetlerimi ifade etmek isterim. Tabii ki okumayı seven bir ailem olduğu için duyduğum memnuniyeti de sizlerle paylaşmak isterim.

Bir Hanım nine Hüseyin Rahmi Gürpınar'a mektup yazarak toplantılarında tandır başında kadınların okuyabileceği bir eser yazmasını rica ediyor. Lakin bu eser bilimsel, felsefi, teknik zeminden uzak olmasını çünkü cahil arkadaşlarının anlayamayacağını, bunun yerine konusu cinler, periler, gulyabaniler olan masalla roman arası bir şey olmasını istiyor. Hüseyin Rahmi Gürpınar'da bu hanımnineyi kırmayıp onun istediği gibi gulyabanilerle, ecinnilerle, perilerle dolu bir hikaye veriyor onlara ve ortaya eğlencesi bol bir eser çıkıyor. Tabii ki bunları Hüseyin Rahmice yapıyor. Batıl inançları çok güzel eleştiriyor.

Gulyabani; yazarın cin, peri ve gulyabani gibi boş inançların nasıl kötüye kullanılarak saf ve namuslu insanların kandırıldığını vurgulayan, boş inançları mahkûm ederek bilimsel düşünceyi savunan romanıdır.

Muhsine geçimini sağlamak üzere şehrin epey dışındaki bir köşke hizmetçi olarak gider. Bu “netameli” köşkün sakinleri arasında çalışanları ve delirdiği söylenen zengin hanımının yanı sıra türlü çeşit periler, yaratıklar, bir de gulyabani vardır. Muhsine, sonunda öldürülmek, delirmek, iyi saatte olsunlara karışmak ihtimalleri olmasına rağmen merakını susturamaz ve kapalı kapıların ardına geçer. Hüseyin Rahmi cin, peri, cadı gibi doğaüstü varlıkları konu edinerek masalın romana, romanın masala dönüştüğü bir teknikle halkın batıl inançlarını ele alır. Ve bizi bütün bu tuhaf yaratıkların, garip mahlûkatın ötesinde yaptıklarıyla daha şaşılası, daha acayip bir varlıkla tanıştırır: İnsanla. Baştan sona heyecanla okunan Gulyabani, o devir İstanbul halkını bütün özellikleriyle yansıttığı gibi bilmeceleri, tekerlemeleri, mahalli kelimeleriyle de Türkçenin en güzel örneklerini barındırır.

Elif Duran Oto’ya göre; “41 roman kaleme alan Hüseyin Rahmi Gürpınar, roman tarihimizde Ahmed Midhat Efendi geleneğine bağlı olarak eserler vermiş, onun gibi konusunu halkın hayatından almış ve yine halkı eğitmeyi hedeflemiştir. Bu sebeple romanlarında yerli hayatı yansıtan pek çok sahneye rastlanır. Gürpınar, alafranga merakı ve yanlış Batılılaşma anlayışının doğurduğu olumsuz sonuçları, halk arasında yaygın olan ve bilhassa kadınlar arasında bir çare olarak sığınılan bâtıl inançları, eğitimsizlik ve cehaleti, tespit ve teşhir ederek bunların düzeltilmesine çalışmış, bunlarla ilgili tekliflerini okuyucuyla paylaşmıştır. “Hâce-i Sâni” diye de anılan Hüseyin Rahmi Gürpınar, eğitimsiz kitlelere eserleri vasıtasıyla ulaşırken, bâtıl inançların toplumdaki yerleşikliğine, bu inançların temelsizliğine ve zararlarına dikkat çekmeye çalışmıştır. Aslı ve gerçekliği olmayan, gözlemlenemeyen bir takım ritüellerin toplamı “bâtıl inanç” kavramıyla karşılanmaktadır. Hüseyin Rahmi Gürpınar, romanlarında bâtıl inançlar konusuna geniş yer verirken, natüralist çizgide yazan bir yazar olarak da bu inançların kanıtlanamayan, gerçekliği yansıtmayan yönünü ortaya koymaya çalışmıştır. Romanlarda bu inançların yaygınlığı ve yerleşikliği eğitimsizlikle açıklanır. Bu inançların pek çoğu kadın karakterlerin ekseninde okuyucuya verilmektedir. Romanlarda sıklıkla karşılaştığımız bâtıl inanç örnekleri; fal baktırma, büyü ve muska yaptırma, kurşun döktürme, albasması inancı, halk hekimliği adı altında yapılan yanlış uygulamalar, doğaüstü varlıklara olan inanışlar, birtakım kavramların ve eylemlerin uğursuz kabul edilmesidir.”

“Bu saf, muhterem kadın, kınalı saçlarının üzerine kundakladığı çimeni tırtıl oyalı koyu şarabî renk yemenisiyle parlak dikişli lacivert lahuraki'den geniş hırkasıyle etrafı kırmızı kaytan çevrili aba mestleriyle hala gözümün önündedir. Çocukluğumda, o zaman, yaşı altmışı geçkindi. Ama yuvarlaklıkları ortalarına doğru eğri büğrü olmuş porsuk kaslarının üzerine rastık şerbeti gezdirmek gerdanda, yanakta renksiz kalmış eski benlerini tazelemek, kirpiksiz göz kapaklarını sürmeyle gölgelendirmek alışkanlığını hoppalıktan emekliye ayrıldıktan sonra bile hala ayak diriyordu.”

Muhsine Hanım’ı köşke bırakan Ayşe Hanım’ın, Muhsine’ye;
“Bu gideceğin yerde bir gözünü kör, bir kulağını sağır edeceksin. Göreceğin şeylerin aslını öğrenmek merakına kalkışmayacaksın.”

Halide Edib Adıvar bu roman için bakın ne demiş; “Hüseyin Rahmi’nin batıl itikatları kendine mevzu edindiği romanlarının arasında –bir romancı gözüyle– en kusursuzu, –bir okuyucu gözüyle– en eğlencelisi Gulyabani’dir.” Nahid Sırrı Örik’in yazar için değerlendirmesi de şöyle; “İçinde hakikaten bütün bir âlem yaşayan ve çok kudretli tekniği sayesinde en olamayacak şeylere en mümkün vaziyetler mahiyeti veren bu romanı, muharriri büyük bir Garp lisanıyla yazsaydı mühim bir servet kazanırdı.” Özbalcı’ya göre; “Cahilliği her türlü fenalığın birinci sebebi olarak ele alan Hüseyin Rahmi, cahilliğin değişik halk tabakalarında bâtıl inanışların yerleşmesine ortam hazırladığına, buralarda cahillikle bâtıl inanışlara bağlılığın eşit oranda arttığını ifade eder.”

Aslan’a göre; Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Gürpınar bilindiği üzere doğaüstü, fantastik ve insan tabiatına aykırı ögeleri eserlerinde sık sık kullanmıştır. Yazar, ucu açık ve tekinsiz olayları, körü körüne inanılan batıl inançları maddesel dünyanın ışığında somut ve gerçekçi bir son ile okuyucuya sunmuştur. Yazar eserlerinde insanın herhangi bir problemle karşılaştığı zaman mantığa dayalı çözümler üretmek yerine batıl inanç, hurafe gibi boş inançlara sorgusuz sualsiz inanmasının gereksiz olduğunu materyalist kimliği çerçevesi içinde açıklamıştır.

Büyük ilgi gören Gulyabani adlı romanı, 1976 yılında Ertem Eğilmez'in yönetmenliğinde Süt Kardeşler adıyla çekilen sinema filmine de yardımcı malzeme olarak kullanılmıştır. Bu çok kıymetli eseri gülümseyerek okumanızı diliyorum.