Hüseyin Rahmi Gürpınar tarafından İkdam gazetesinde 7 Mart-4 Haziran 1922 tarihleri arasında Gizli Sıtma adıyla tefrika edilmiş ve uzun yıllar kitap olarak basılmamıştır. Eserin kitap olarak ilk baskısı ise 1943 yılında “Gönül Bir Yel Değirmenidir Sevda Öğütür” adıyla yapılmıştır.

Şadan Bey’in çapkınlıklarından usanan ailesi onu alelacele evlendirir ve kendisinden entelektüel bakımdan üstün olan karısının köşküne içgüveyi verir. Şadan Bey evlenmiştir, ancak çapkınlıktan vazgeçmez. “Karımı Nasıl Aldattım” başlığıyla açılan roman, adeta gönül ilişkileri resmi geçidine dönerek okuru, hatta Şadan Bey’i bile şaşırtmayı başarıyor. Hüseyin Rahmi Gürpınar, genel toplumsal ahlakı irdelerken kurguladığı girift olay örgüsü, ilginç karakterleri ve mizahi diliyle okuruna sürükleyici bir hikâye anlatıyor.

Roman, iki kısımdan oluşmaktadır: İlk kısım, Kadına Doymaz Bir Çapkının Hikâyesi Karımı Nasıl Aldattım? başlığıyla başlar. İkinci kısım ise Karım Beni Nasıl Aldattı? başlığıyla devam eder. Şadan Bey, kadınsız bir hayat düşünemeyecek kadar çapkın ve bir kadına da tutuklu kalamayacak kadar sadakatsiz bir şahsiyete sahiptir. Kendisinin bu çapkınlıklarına dayanamayan ailesi tez zamanda oğullarını görücü usulüyle evlendirir ve karısı Sabiha Hanım’ın Erenköy’deki köşküne içgüveyi verirler. Şadan, resmî bir dairenin yazı işlerinde çalışan sıradan bir devlet memuru iken karısı Sabiha Hanım ileri derecede Fransızca bilen, gazete ve dergilere düzenli olarak makaleler gönderen ve Batı edebiyatını yakından takip eden biridir. O, karısı Sabiha’nın sonu gelmeyen edebiyat, sanat, felsefe, estetik gibi konulardaki konuşmalarını dırıltıdan başka bir şey olmayan, verimsiz ve içi boş konuşmalar olarak nitelendirir. Karısından geri kalmamak adına, entelektüel bir maskeye bürünerek ona ayak uydurmaya çalışır ve kendince bazı bilgiler dile getirir, ancak her seferinde komik durumlara düşer. Karısının bu kültürel üstünlüğüne ve alaycı tavırlarına dayanamayan Şadan, çok iyi bildiği o işi yapar: Çapkınlık. Kültürel anlamdaki yenilgisini karısını aldatarak gizli bir galibiyetle hafifletmek ister ve ondan bu şekilde intikam aldığını düşünür. Şadan ve eşi, bir gün, hem kendileriyle tanışmak hem de burada bulunmalarının memnuniyet verdiğini göstermek adına Hürrem Bey ve eşinin evine misafirliğe gider. Hürrem Bey ve Sabiha Hanım henüz ilk dakikalarda felsefi konuşmalara dalarken, Şadan Bey ise Cevher Hanım ile sohbete koyulur. Entelektüellikten zerre hoşlanmayan, yaşantısında yalnızca somut hazlara yer veren Şadan, tıpkı kendisiyle aynı yaradılışa sahip Cevher Hanım’ı köşkün bahçesinde ilk gördüğü andan beri beğenmiştir. Bu tanışmayı fırsata çevirmekte kararlı olan Şadan, nihayet Cevher Hanım’ı etkilemeyi başarır. Çapkınlık macerasına Cevher Hanım ile devam eden kahramanımız, karısından gizli ve ona hissettirmeden yapmış olduğunu düşündüğü bu çapkınlığın hiç de öyle olmadığını bizzat Sabiha ile yüzleşince anlayacak ve karısının da kendisini Hürrem Medari Bey ile aldattığı gerçeğiyle tanışacaktır…

Roman, Şadan’ın kelebek ömürlü çapkınlıklarıyla devam ederken, komşu kiralık köşke yeni kiracılar gelince hararetli bir hâl alır. Köşke taşınanlar, Sabiha Hanım’ın, yazılarını sıklıkla okuduğu ve kendisiyle daha evvel tanışma fırsatı yakalayamadığı Profesör Hürrem Medari Bey ve eşi Cevher Hanım’dır. Romanın temelini oluşturan olaylar tam da bu taşınma hadisesi ile baş gösterir.

Kısa birkaç tadımlık;
“Bir tabibin ustalığı, hastası hakkında ümitsiz olmasından değil onu kurtarmaya uğraşmasından belli olur.”

“Bir cisimde bize tesir eden üç şey vardır: şekil, renk, vaziyet. Sarıdan ekseriyetle çok hoşlanmayız. Bu rengi, bazen altın gibi kıymetli, yıldız gibi yüksek ve asil şeylerde, bazen de saman, kum ve solmuş yapraklar gibi adi, genel, değersiz şeylerde görürüz. Sarıdabir matem tesiri vardır. Ölüm ve karantina rengidir. Sarı altında, sırmada, yaldızda, yıldızlarda olduğu gibi parlayınca bizi teskin eder. Fakat donuk sarı bize adi ve sevimsiz gelir. Çünkü bu rangin sönük çeşitlerinden çok bayağı, hatta iğrenç şeyler vardır. Sarıyı yükselterek, şiirlendirerek anlatacağımız zaman sarı yakuta, aya, yıldıza benzetiriz.”

“İnsanlar göçer… Hayatları da beraberinde yok olur. Fakat duyguları baki kalır.”

Ali Serdar’a göre; Gürpınar’ın gerek kurmaca gerekse kurmaca dışı yazılarında ahlaki bir söylemi benimsediği, kurmaca dünyasını da hayat kavgası, açlık, ahlakın bozulması ve sadakatsizlik gibi etik açıdan önemli izlekler çerçevesinde kurduğu gözlemlenir. Yazar ve anlatıcının müdahil konumları da Gürpınar’ın kurmaca dünyasının oluşumunda önemli belirleyenler olarak öne çıkmaktadır.

Özangir’e göre; Hüseyin Rahmi’nin romanlarının en başat özelliklerinden biri de şüphesiz dil zenginliğidir. Kahraman anlatıcı bakış açısı ile kaleme alınan eserde döneme özgü deyimler, atasözleri, aksanlı konuşmalar, kelimelerin halk dilindeki kullanımları, argo ifadeler, folklorik ögeler çokça bulunur. Hüseyin Rahmi Gürpınar, dönem romanlarının ortak teması olan Doğu-Batı çatışması, kadın-erkek ilişkileri, alafrangalık-alaturkalık kutuplaşması ve Batılılaşma adı altında toplumda meydana gelen ahlâki çöküntüyü eserinde ustaca yansıtmayı başarmıştır. İki farklı kültür (Doğu-Batı) arasında sıkışıp kalan ve Batı’nın ilim, fennini almak yerine kültürel değerlerini almayı Batılılaşmak olarak niteleyen bir toplumun savruluşlarını ve bu durumdan kurtulma çabalarını eserinde bir çapkınlık hikâyesiyle, yer yer gülünç ifâdeler kullanarak hem irdelemiş hem de okurlarda edebî tat bırakacak bir eser husule getirmiştir.

Ahlak, sadakat, dürüstlük, adalet konularında kendi çağını hicveden ve okunması gereken bir kitap bu.