Mehmet Rauf (1875-1931) İstanbul’da doğan Mehmet Rauf, Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra Bahriye Mektebi’nde okudu. Staj için bir buçuk yıl Girit’te kaldı, daha sonra görevli olarak Almanya’ya gönderildi. İstanbul’a dönünce Tarabya’da bulunan elçilik gemilerinin irtibat subaylığına atandı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra askerlikten ayrıldı ve geçimini yazarlıkla sağlamaya çalıştı; hikâye, roman, tiyatro gibi türlerde pek çok eser verdi. Mehasin ve Süs adlı kadın dergilerini çıkardı. Bir süre ticaretle uğraştıysa da son yılları maddi sıkıntılar içinde geçti. Henüz on altı yaşındayken yazdığı ve Halit Ziya Uşaklıgil’e Hizmet gazetesinde yayımlaması için gönderdiği “Düşmüş” adlı hikâyeyle edebiyat dünyasına girdi. Daha sonra Mektep dergisinde yazdı. Servet-i Fünun dergisinde hikâye, roman, makale ve mensur şiirler yayımladı. Mehmet Rauf asıl şöhretini Eylül adlı romanıyla kazandı. Türk edebiyatında psikolojik romanın ilk başarılı örneği kabul edilen Eylül’de Fransız romanında çok yaygın olan aşk üçgeni ele alınmıştır. Ruh çözümlemeleri açısından dönemin en yetkin örneği sayılan yapıtın başarı kazanmasında Mehmet Rauf’un diğer Edebiyat-ı Cedide yazarlarına göre daha akıcı bir dil kullanmasının payı büyüktür. Hikâye ve romanlarında aşk; ıstırap, arayış, ihtiras gibi daha çok bireysel duygulara eğilen
Şengül ve Parlakpınar’a göre; “ Türkiye‟deki Batılılaşma macerası, köklü bir geçmişe sahiptir. Sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanlardaki değişme/ Batılılaşma, Tanzimat‟ın ilanıyla önemli bir noktaya taşınır. Türkiye toplumu, Tanzimat ile beraber yeni bir medeniyet dairesine girer. Tanzimat edebiyatıyla başlayan edebiyat alanındaki Batılılaşma, Servet-i Fünun edebiyatıyla en ileri düzeye taşınır. Bu dönemde Batı edebiyatına ait türlerin başarılı örnekleri verilir. Özellikle roman, Batılı anlamda bir form kazanmıştır artık. Dönem romanlarında Batılılaşma sürecinin en belirgin yansıması, kadın olgusu üzerinden gerçekleşir. Mehmet Rauf, Servet-i Fünun edebiyat topluluğunun Halit Ziya‟dan sonraki önemli romancısıdır. Eserlerinde genellikle aşk ve kadın konularını ele alır. Mehmet Rauf‟un “Genç Kız Kalbi” adlı romanı, 1912 yılında yayımlanır. Romanda Batılılaşma olgusu, kültürel farklılıklar ve kadın hakları gibi birbiriyle ilişkili temalara yer verilmiştir. Kadın hakları, yazarın dikkatlere sunduğu en önemli temalardandır.”
Serrican Kabalcı’ya göre; “Mehmet Rauf’un eserlerinde ele aldığı konulara bakıldığında aşk temasının ön planda yer aldığı görülür. Aşkı merkez alan romanlarında özellikle kadın-erkek ilişkileri, cinsiyetler arasında görülen fikir ve duygu farklılıkları, evlilik kurumuna dair düşünceler ayrıntılı olarak işlenir.”
Rauf’un bütün romanlarında farklı sosyal ve psikolojik temalarla örülen bir aşk macerası olduğuna dikkat çeken Selçuk Çıkla, onun eserlerindeki aşka ve güzelliğe düşkün kişilerin yazarı temsil ettiğini belirtir. Yazarın ruhunda ve hayalinde yaşattığı ideal aşkın, hayal yoluyla tatmin edildiği bu romanlarda anlatım aşk etrafında dönüp dolaşır. Buna göre: “Mehmet Rauf, kendisi bir aşk adamıdır ve romanlardaki birçok kişiyi de aşk adamı olarak göstermiştir. Birkaç uzun hikâyesi ile beraber hemen bütün romanlarında yer alan başkişilerin her biri muhakkak aşk ve kadın müptelası kişilerdir. Yazarın, hemen bütün eserlerinde görülen bu aşk ve kadın müptelalığı, güzellik meftunluğu, öyle basit bir tesadüfün eseri değildir. Romanlarda aşk müptelası olan kişiler için kullanılan tabir ve ifadelerin birbirlerine benzerliği ve belli bir eksen etrafında dönmeleri çok dikkat çekicidir.”
Yayımlandığı dönemde büyük ilgi gören ve sevilerek okunan Genç Kız Kalbi İstanbul’a akrabalarını ziyarete gelen genç bir kızın günlüğünden aktarılan sayfalardan oluşur. Olayların merkezinde platonik bir aşkın yer aldığı romanda Pervin’in aşk ve evlilik konusundaki düşünceleri anlatılırken, Mehmet Rauf kadın erkek eşitliği, birey ve toplum eğitiminin önemiyle ilgili görüşlerini ve seçkin görünen zümrenin sürdürdüğü hayata dair eleştirilerini de dile getirir. Akıcı bir üslupla kaleme alınan Genç Kız Kalbi’nde kahramanın iç dünyasında yaşadığı gelgitler, arayışlar ile sevinç, üzüntü, umut gibi duyguların dikkat çekici bir gerçekçilikle ifadesi Mehmet Rauf’un derin gözlem gücünü ortaya koyar.
Kısa alıntılar yapalım;
“Genç kızlık... Hayatın baharı demektir; bir bahar ki, en zengin, en şuh, en güzel çiçeklerle süslü, en sarhoş eden, en nazlı, en ruh açan rayihalarla kokar; bir bahar ki, orada tabiatın yalnız okşayan nefesleri, yalnız aşkın renkleri gezinir; bir bahar, bir bahar ki, onda en saf ve zerrin ümitler, en temiz ve kıymetli emeller kanat çırpar; bütün şiir, bütün güzellik, yalnız şiir ve güzellik… Yalnız neşe ve gülüş, yalnız renk ve nur… Fakat sonra, o zamana kadar bir bulut görmemiş olan bu bahar seması, kudurmuş ve zalim bir hücumla karanlıklara boğulur... Ondan sonra, hiç eksilmeyen bir yağmur, merhametsiz, insafsız, o senelerce kıymet verilerek büyütülmüş, o nazlı, ipek kelebeklere karşı inatçı, kahredici bir düşüşle devam eder... Ateş yağmuru ki ölünceye kadar kesilmeden devam eder...”
“Bugünkü yaşayışımız bir insan yaşayışı mıdır? Buna gerçek anlamda bir hayat demek doğru mudur? Böyle zevk adına, yalnız hayvaniyete ilgi duyanlarla yetinmek için bir insan ne kadar ilkel olmalıdır? Yalnız ye, iç, uyu… Ne bir sanat endişesi, ne yepyeni bir heyecan…”
Bir genç kızın bakış açısından hayallerinin aktarıldığı Genç Kız Kalbi, kadınların toplum hayatındaki yeri ile ilgili fikirleri de içerir. Hayallerinin şehri olan İstanbul’u görmek için amcasının yanına gelen Pervin, hassas bir genç kızdır. Okuduğu eserlerin etkisinde kalan Pervin’in tek isteği sevmek ve sevilmektir. Tanıyıp seveceği bir erkekle evlenmek hayatındaki
en büyük isteğidir. Bu isteğini şu şekilde dile getirir:
“Evet ben de sevmek ve sevilmek isterim, fakat isterim ki seveceğim adam aşkıma vebana layık olsun, ve daha isterim ki o sevdiğim adama, üzülmeden, pişman olmadan hayatımı ölünceye kadar geri almamak üzere vereyim. İşte bunun içindir ki beni anlayacak ve bana layık bir eşi ancak burada, İstanbul’da bulacağımı sanıyordum. Çünkü aşkı beni anladığım kadar ciddi kabul eden her kalp gibi bu adam her yerde bulunması o kadar kolay olmayan bir tılsımdır. (…) Sevmek için en önce gereken şey, ruhların yakınlaşmasıdır; bu ise ne görücülerin ne kadar denenen, ne kadar araştıran olursa olsun yol rehberlikleriyle, ne de karşıdan sersemlikle belki hoşça bulunan bir erkekle yapılan sevişme ile mümkündür. Bunun için uzun konuşmalar, sohbetler, etraflıca incelemeler gerektir. Doğrusu hayatım ve kalbim, gençliğim bence o kadar kıymetli bir hazinedir ki bunu öyle rast gele, rüzgârın keyfine harcayıp yok edemem.”
Rauf’un bu eseri kitaplığınızda bir yer alırken zihninizdeki tortuları ile de kafrayış ve değerlendirmelerinize kıymetli katkılarda bulunacak ümidindeyim.