" Sana kim dedi gavurun dölü dala çık diye " ...

Kafama yediğim sumsuklaramı yanayım , kolumun ağrısına mı , acıdan yerde üğündüğüme mi ?

Kuran kursundan gelirken komşunun erik dalına çıktım , ne bileyim dalın kırılacağını kolumun üstüne düşmemle , yerde üğündüğüm bi oldu ..

Sonrasını zaten biliyorsunuz , rahmetli anam bi yandan söyleniyo , bi yandan üzülüyo , çeşmede su dolduran kadınlar dönüp bize bakarken , biz çoktan sınıkçı Minirala ' nın oraya düşmüştük bile ..

Zavallı anam 15 gün sonra kolumdaki ağrılar geçmeyince Doktor Hulusi Aksoy ' a götürdü , muayeneden sonra 10 tane iğne yazdı ..

Sağolsun İğneci Haydar abi bizim arka tarafı gözere çevirdi , ama ağrıda sızıda kesildi ..

Yaz günlerinde en büyük eğlencemiz sapanla kuş avlamaktı , az kafamız , gözümüz kırılmamıştır ve birde ağaçtaki kuşu tutturamayınca kırdığımız camlar vardı ki bundada en büyük nasip camcı Bekir yastıman amcanındı az para kazanmadı kırdığımız camlardan ...

Birgün sapan döğüşü yaparken mahalleden beşimizin birden kafası gelen taşlardan yarılmıştı , sağolsun hem sağlıkçı hemde eczacı Ahmet Bilgin amca imdadımıza yetişmişti ...

Annem Suat abim , Salih abim ve beni Kasap Tahsin Abalı amcaya gönderiyordu ki elinde çantasıyla Sünnetçi Naci amca " sünnetçiii" diyerek evin oraya geldi , annem işi gücü bıraktı , kasabı falan unuttu üçümüzü sırayla sünnet ettirdi , korkudan ben bayılmışım nasıl bayılmayım abilerimi gözümün önünde sünnet etmişlerdi...! Gözümü açtığımda baş ucumda tahta arabam ...

Sünnet kimin umurunda , tahta arabam var ...!

Sünnet olurda hatırası olmaz mı ? Babam bizi alıp Fotoğrafçı Topal Behçet amcanın dükkanına götürdü , o resme baktıkça daha o güzel günleri hatırlarım ...!

Anam " konu komşuya şöyle bi mevlid okutalım " diye tutturunca rahmetli babamda nazının geçtiği , Müezzin Sırrı hocam ' dan rica etmiş , Yüce Allah rahmet eylesin hocamda babamı kırmayarak evimize gelip mevlid okumuştu ..

Mevlid olurda yemek , tatlı olmaz mı Kadayıfcı Ali dayının kadayıfları , cevizli , çıtır çıtır vay anam vay ..

Rahmetli babam bize pek kıyamazdı , " hazırlanın Sinemacı Neşet Uz yeni film getirmiş sizi sinemaya götüreceğim " dedi , lafı bitti biz nasıl havaya zıpladıysak sünnet münnet aklımızdan çıkmıştı , babam Faytoncu İrfan amcayı çağırmıştı bizde hava binbeş yüz faytonla sinemaya gidiyoruz ya ....

Dönüşte dönerci Etem abinin döneri ile iyice sünnet işini cilalamıştı rahmetli babam ..

Her sonbaharda babamın odun kırma telaşı başlardı , Oduncu Veli amcadan alınan odunları Baltacı İrfan amcanın baltası ile ince ince kırdırıp odunluğa bize taşıtıp dizdirmesi ...

İş bitincede " hanım bi balığı hak ettik herhalde " demesiyle Balıkçı Burhan amcadan balıkları alıp gelmesi bir olurdu ..

Gaz satıcı Nizamettin amca ... Hep imrenirdim ona birde benzinci Salih amca ' ya ...Onlar olmasaydı gaz benzin işi ne olurdu acaba diye düşünürdüm çocuk aklımla ...

Sonbahar gelince yağmurlar başlardı , yağmurlardan ve soğuklardan önce ısınmak için sobalar ayarlanır tamir edilecekse veya yenisi alınacaksa Sobacı İsmail Ulukan amcanın dükkanına uğranırdı ..

Kışın soğuk ve ayazı birde çamuru yerini baharın güzelliklerine bırakmıştı ..

Evlerde bi bahar temizliği başlamıştı , evlerden çıkarılan eski bezler ve kumaşlar Çulhacı Selahattin amcaya verilir bunlar güzelce dokunur evlerde kullanılırdı ..

Kış boyu yatılan yün yorganlar , döşekler tokaçla köpürte köpürte subaşında yıkanırdı , eskiyen yüzlerinin yerine manifaturacı Vehbi Çobanoğlu ' ndan mitiller alınır dikilir ve yıkanan , temizlenen yünler tekrar yastık , yorgan , döşek yapılır göz nuru sakız gibi etrafı kanaviçe ile örülü bembeyaz örtülerle üzeri örtülüp yüklüğe kaldırırdı annem ...

Ne güzel günlerdi o günler ...

Tahtalarla çevriliydi evimizin bahçesi ...

Fesleğenler , küstüm çiçekleri , menekşeler , kaktüsler ...

Kimi kırık testilerde , kimi yağ tenekelerinde , kimide sarı çay kutularında , bir tarafı kırık leğenlerde , bahçenin içerisine dağılmış çiçeklerin birbirine karışmış kokuları ...

Çocukluğumun hüküm sürdüğü o güzel günlerden kalanlar...

Bahçedeki kayısı ağacının gölgesi küçük havuzun üzerine düşerken , iki mavi tahta sandalye bir tarafı eğreti tutturulmuş tahta masanın üzerindeki kahverengi kilim desenli muşamba ...

Havuzdaki sarı musluğun ucundaki yeşil hortum ...

Kışın bahçenin karla kaplanıp , kış güneşinin erittiği karlara bakıp hayale dalmak ...

İlkbahar yağmurlarının bahçe çitlerini ıslatması , yeni yeşeren ağaçların yemyeşil ıslaklığa bürünmesi ...

Yumurtadan çıkan civcivlerin o tatlı sesleri ...

Ağustosun sıcağında tek tek düşen kayısıların etrafındaki karıncıların tatlı telaşı ...

Gün dönümünden sonra sararan otların çıtır çıtır kurumuş sesleri ...

Annemin turşuluk telaşı ...

Domatesleri bidonlara doldurup beklettikten sonra süzüp salça kaynatması ...

Ya o biberleri ipe dizip asması ...

Rengarenk reçeller ....

Dayımın evindeki tandırda her eve sırayla yapılan yufkaların bir hafta süren telaşı , ve mahalleyi saran burcu burcu , buram buram kokan ekmeğin o müthiş kokusu ...

Soğanlı , peynirli çöreklerin okula gidiş ve gelişlerde yenilmesi ...

Kömüre yazılan babamın kömür geldikten sonraki telaşı ...

Her mevsimin kendine göre hazırlığı tadı ...

Her mevsimin kendine göre yaşanmışlığı ....

Artık herşey değişti , ne bahçe .... Ne kayısı ağaçları , ne havuzdaki hortum , nede mavi tahta sandalyeler var ...

Eskidenmişti komşuluk ...

Eskidenmişti hısım akrabalık ...

Eskidenmişti abi , kardeşlik ...

Küçük bir evde , aynı yatağı paylaşmak ...

Aynı yatağa işeyip uyanmak ...