Modern hayatın içerisinde-maalesef- birçok değerimizi kaybettik. Bu değerler, asırlara baliğ değerler silsilesinin son halkalarıydı. Dünyadaki baş döndürücü değişim, kültürler arası etkileşimi hızlandırdı. İslam aleminde, iki asırdan beri yaşanan gerileme ve mağlubiyetler silsilesi toplumsal bozulmayı da getirdi. Uzun yıllar devam eden savaşlar ardından yaşanan değişim çabaları sosyolojik birçok farklılaşmayı da tetikledi .Geleneksel geniş aile dağılmaya ,modern hayatın dayattığı çekirdek aile revaç bulmaya başladı. Çekirdek aile yapısı –adeta- şehirleşmenin zorunlu bir sonucu olarak, yeni evlenenlere ulaşılması gereken bir hedef olarak sunulmaya başladı. Medyanın da işin içine girmesiyle sosyal dokumuzdaki ani ve hızlı dönüşüm, aile kavramında da köklü değişikliklere yol açtı. Artık aile mefhumunun ne kadar yara aldığı ve bir inkırazla karşı karşıya olduğunu söylemeye gerek yok. Her şey alenen görülmektedir. Yitip giden birçok değerimiz misali kaybettiğimiz aile mefhumunu kendi öz değerlerimizle yeniden ele almamız bir zorunluluk haline geldi.

“Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun varlığının delillerindendir”. İnsan, eşini kendisiyle huzur ve mutluluk bulacağı varlık olarak görmelidir. Şu halde aile hayatında mutluluğun ön şartı eşlerin böyle bir bakış açısına sahip olmalarıdır. Karı-koca başlangıçta var olan bu duyguyu zaman değirmeninde öğütüp birbirlerini yük olarak görmeye başlarlarsa o aile için tehlike başlamış demektir.Evlenen eşlerin, yakın zamana kadar birbirlerini tanımayan iki ayrı cinsi çok güçlü psikolojik ve biyolojik bağlarla birbirine bağlaması, karşılıklı güven, sevgi ve esirgeme duygularıyla aile kurumunun bina edilmesi, yüce Allah’ın insanlığa en büyük lütuflarındandır. Toplumun temelini işte bu sevgi ve şefkate dayalı aile oluşturmaktadır.

Dinimiz, eşler arasında ayrılık-gayrılık olmadığını, cinsimizin aynı olduğunu, bir elmanın yarısı örneğinde olduğu gibi eşlerin bir diğerini tamamladığını haber veriyor. Kadın da erkek de kendisini diğerinden müstağni görmeyecek. Yani insan kendi kendine yeterli görerek başka insanlara ihtiyacı olmadığını düşünmeye başladığı andan itibaren problemler başlıyor. Hâlbuki Allah’ın yaratış kanunu, eşlerin arasında sevgi ve merhametin hayat bulacağı bir aile yapısı kurmayı zorunlu kılıyor. Aile hayatı, esasında insana bilmediği, farkında olmadığı o kadar önemli şeyleri öğretiyor ki! Yaşadığımız hastalıklar, sıkıntılar, yokluklar, uğradığımız bela ve musibetler, kavgalar, iyi ve kötü yaşadıklarımız, çevremizdeki ölümler bizim için birer ibret vesikası ve bizi olgunlaştıran hususlar.

Hepimiz yarın için ne hazırladığımıza bakalım. Nasıl bir hayatın içinde olduğunun muhasebesini yapalım. İnsan; kendisinden, eşinden, ana –babasından, çocuklarından kardeşlerinden, akrabalarından, yaşadığı toplumdan ve hatta ulaşabildiği tüm insanlık için yapabileceklerinden sorumludur. “Kendinizi ve ailenizi ateşten uzak tutun!” emrinin gereği olarak anne –babaların vazifesi büyüktür. Çocuklarımızın yiyeceğini, içeceğini, giyeceğini, maddi geleceğini düşünüp verdiğimiz emeğin zekâtı kadar çocuklarımızın ahlaki, düşünsel ve duygusal gelişimini de hesaba katsaydık bugün toplumumuzda görüp de rahatsız olduğumuz, şikâyet ettiğimiz bozulma ve yozlaşma yaşanır mıydı?

Gösteri çağında sosyal paylaşım siteleri vasıtasıyla insanların özel hiçbir şeyi kalmadı. Hemen her şey bir vesileyle bütün dünya ile paylaşılıyor. Hâlbuki insanı özel yapan hususiyetler herkesle paylaşılmaz; ilan edilmez. Bu bilgiler, aileyle alakalı olunca daha önemli bir hal alır. Aile huzur yuvasıdır. İnsanların kendilerini güven içinde hissedeceği mahrem bir yapıdır. Bu yapının altındaki mahrem şeyler ulu orta konuşulmaz, konuşulmamalıdır. Yoksa ailenin saygınlığı kalmaz.

Kur’an-ı Kerim; eşler arasındaki alakayı elbise ile beden arasındaki ilişkiye benzetiyor. Yani eşler hem birbirlerini örtsünler, hem korusun- kollasınlar, hem birbirlerine yakın olsunlar, hem de birbirlerini tamamlasınlar isteniyor. Sevginin ve saygının olmadığı bir aile, bütün aile bireyleri için zindan gibi gelir. Sevginin, saygının, hoş görünün, yardımlaşmanın, nasihatin, tahammülün ve güzel örnek olmanın olduğu aileler ise adeta bu dünyada cennet hayatı yaşarlar.

Gerçek aile ;sevgiye, saygıya, ahlaka, merhamete, huzura, anlayışa, anlaşmaya, bağışlamaya, hoşgörüye, kardeşliğe, adalete, barışa tahammüle, sabra, erdemli davranışlara, kurmaya, yapmaya, çoğaltmaya ve devam ettirmeye dayanan bir mutluluk yuvasıdır. İnsanlık olarak kaybettiğimiz de işte bu mutluluktur.