Ahmet Mithat Efendi, Tanzimat’ın her iki döneminde de eser veren, sanat anlayışı bakımından daha çok birinci dönem şair ve yazarlarıyla aynı doğrultuda olan bir yazardır. Türk edebiyatında hikâye türünden roman türüne geçiş sürecinde kaynak vazifesi görmüş, hikâye ile romanı uzlaştırmıştır.

Çengi, 1877'de yayımlanan Ahmed Midhat Efendi romanı. İlkin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmiş, ardından kitap olarak yayımlanmıştır. Eser her birine "kitap" adı verilen dört bölümden oluşur; her bir bölümünün başlı başına bir hikâye olduğu romanın ilk bölümü yedi yıl sonra 1884'te, olaylar Ahmet Mithat Efendi tarafından müzikli bir sahne eseri haline getirilmiş ve Çengi yahud, Daniş Çelebi adıyla kitap halinde basılmıştır. İspanyol yazar Miguel de Cervantes Saavedra'nın romanı Don Kişot'a öykünerek yazılmıştır. Cervantes'in Don Kişot'una mukabil Ahmet Mithat da romanının karakteri olan Danış Çelebi'yi bir "Türk Don Kişot"u olarak takdim etmiştir. Eser, halkı eğitmeyi amaçlamaktadır. Yazar, romanın başında, “malûmdur ki bir hikâye yalnızca seçkinler için yazılmaz. Her hikâye aynı zamanda halk için de yazılır” diyerek bu niyetini belirtir

Dört bölümden oluşan eserde ilk bölüm, Don Kişot'a benzetilen Daniş Çelebi'nin tanıtılmasını içermektedir. Annesi Sali Molla, Daniş'i beşikten itibaren cin ve peri hikâyeleriyle büyütür. Binbir Gece Masalları, Muhayyelât-ı Aziz Efendi gibi kitapları okuya okuya Daniş ergenlik yaşına gelir. Okuduğu büyücülük kitaplarının etkisinde kalan Dâniş Çelebi, bir hayal dünyası içinde yaşar ve bu hayallerin peşinden gider. Birtakım hayaller kurar ve sonra bu hayallere kendisini inandırır. Herkes tarafından kandırılan Daniş, gerçek olaylar hayallerinden farklı olmasına rağmen hayallerindeki gibi olduğu konusunda ısrarcı davranır. Bir gün arkadaşlarına ona oyun oynayarak genç bir kızı peri diye getirirler. Kızdan çengiler, sazlı bir eğlence ortamı isterler. Kız da birtakım garip hareketler yapar ve odaya çengiler girer. Daha sonra kızın peri olmadığını söylemelerine rağmen Daniş inanmaz ve kızla evlenir. Annesi gerçeği bilmesine rağmen müdahale etmez. Kız, Daniş'in annesinin mücevherlerini çalarak kaçar. Daniş, oğluyla birlikte kalır.

"Âşık Peder" adlı ikinci bölümde ise Canbert Bey'in hayatı anlatılır. Canbert, Bey, Hesna Kalfa'yla yaşayan ve dünyası evinden ibaret olan biridir. Kalfanın ısrarıyla evlenir ve evlendiği kadın, kızını doğururken ölür. Canbert Bey, Melek adını verdiği kızını da kendisi gibi dış dünyadan soyut bir şekilde büyütür fakat kız büyüdükçe dış dünyaya ilgisi artar ve camdan tanıştığı bir genç ile bakışıp konuşur. Annesinin yaşadığı söylendiği bir not alan Melek, annesine gitmek üzere evden kaçar. Canbert Bey, kızının kaçtığını öğrenince kahrından ölür. Melek'i kaçıran ise Daniş Çelebi'nin oğlu Cemal Bey'dir.

Eserin üçüncü bölümünde erkekleri parmağında oynatmakla nam salmış romana ismini veren Sümbül Hanım vardır. Melek, çalgılı sözlü ortamların vazgeçilmesi olan Sümbül Hanım'a götürülür. Sümbül Hanım, kızı Melek'i kullanarak Cemal Bey'in mücevherlerine el koyar ve malını mülkünü satmasına sebep olur. Osman diye birinin Melek'e talip olduğunu duyan Cemal Bey, Sümbül Hanım'ı öldürmek ister fakat bu sebepten hapse atılır. Çıkınca dilencilik yapar ve zamanla Sümbül Hanım'ın evinde çalışır. Romanının dördüncü ve son bölümünde ise Sümbül Hanım, Cemal'e tüm gerçekleri açıklayarak Melek'in değil kendisinin annesi olduğunu, mirasyedi olarak hayatına devam etmemesi için bu tür oyunlar oynadığını söyler. Cemal Bey, Melek ile evlenir ve çiftin bir çocuğu olur. Birlikte mutlu yaşarlar.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Çengi'deki buluşun büyük olduğunu belirtir ve şunları ekler: "Cervantes'in kahramanı şövalyelik romanı okuyarak çıldırmıştır. Mithat Efendi, Çengi'de bunu kendiliğinden bulur; hikâyesinin kahramanını bize Don Quichotte İstanbul'da diye takdim eder. O da Muhayyelât-ı Aziz Efendi'yi okuyarak aklî muvazenesini bozar. Böylece romancılık sanatının kaynağında, hissi yahut da hayali terbiye diyeceğimiz başlangıca varmış olur."

Nurdan Gürbilek, Melek'in hikâyesi için "Tanzimat yazınında babasız oğuldan sonra, anasız kız sendromu daha belirgin bir biçimde ortaya çıktığını" yazmıştır. "Ahmet Mithat Efendi'de Mizahın Toplumsal Cinsiyeti" adında bir tez yazan Nuran Kekeç, romanda gülmenin sosyal normlar tarafından ve cinsiyet ilişkileri ile düzenlendiği görüldüğünü; deliliğe gülmek, başına kötü bir olay tesadüf eden genç kıza ve erkeğe gülmek farklı değerler üzerinden toplumsal kodlara yansımakta olduğunu dile getirmiştir.

Eğlenmekten hoşlanan emekli bir zengin olan Engurusizade Nafiz Efendi, Daniş Çelebi’ye oldukça planlı programlı bir oyun hazırlar. Oyuna göre bir cariye, peri olarak odaya girecek ve sadece Daniş Çelebi’ye görünecektir. Odadakilerin tamamı ise daha önceden tembih edilir ve böylece büyük bir komedya oynanır. Daniş Çelebi, oyuna inanır ve karşısındaki cariyeyi sadece kendisinin gördüğünü düşünür. Sonra da odadakilere şöyle seslenir:
“- Efendiler! Sizin gözünüz vardır, ama görmez. Kulağınız vardır, ama işitmez. Siz âlemin yalnız alâniyetini görürsünüz. Esrarını göremezsiniz. Çünkü gözünüz ve kulağınız havass-ı simyeviyye ile perveriş bulmamıştır. Ben size makis değilim. Ben şimdi şu oda içinde sizin görmediklerinizi görür, işitmediklerinizi işitirim.”
Kimsenin periyi görmediğinden emin olan Daniş Çelebi, peri sandığı cariyeyle ulu orta aşk oyunları oynar ve orada bulunanları bir hayli eğlendirir.

Canbert Bey nasıl dünya ile ilişkisini kesmişse kızı Melek’in de dünyadan bağını koparmıştır.
Melek’in dünyası evidir. Tanıdığı, konuştuğu kişiler evindeki kişilerle sınırlıdır. Canbert Bey, kızını okula da göndermez, evde kendisi eğitir. Kızına okuma-yazma öğretir ama dünyadaki kötülükleri öğrenmemesi için kitap okumasına izin vermez. Melek, babasının öğrettikleriyle sınırlı bir bilgiye sahip olabilir. Ancak ergenlik dönemine geldiğinde etrafını, dış dünyayı merak etmeye başlar ve karşı komşuda olan bir düğün sonucunda dadı Hesna’dan duyduğu “kızı kocaya vermek” ifadesinin anlamını merak eder ve bunu babasına sorar. Babası da kızının bu merakından korkarak kızına bir yalan söyler: “Koca mı! Adı batsın! Yere geçsin! Koca! Kocayı soruyorsun, değil mi? Dur, ben sana kocanın ne olduğunu anlatayım. Koca ha! Kızım koca dene şey, cindir cin! Bazı kızları görür, yemek ister. Hem de parça parça parçalayıp öyle yemek ister. Gelir kızın babasına der ki ‘Ya kızını bana verirsin yahut seni parçalayıp yerim’ der. Babası dahi kendisini cine yedirmemek için kızını feda eder. İşte kızını bu suretle cinin pençesine teslim etmesine ‘kızını kocaya vermek’ tabir olunur.”

Kızına aşırı düşkün olan baba, kızının eğitimi konusunda da sağlıklı kararlar alamamaktadır. Bu düşkünlüğü Ahmet Mithat şu şekilde belirtmiştir: “Canbert Bey, kızını pek ziyade seviyordu” diyemeyiz. Zira o muhabbete nispetle bu tabir pek zayıf kalır. “Kızı için deli divane oluyordu. Çıldırıyordu.” Demek dahi azdır. Zira bazı pederler için bu sözü söyleseler ise de medlûlü tamamıyla vaki olmadığından bunu Canbert Bey hakkında dahi ol suretle irat edersek gerçekten nakıs kalır. Öyle ya, gündüz akşama ve gece yatak zamanına kadar gözünün önünden ayırmadığı ve gece dahi yanı başında yatırdığı kızını gece her uykudan uyandıkça kemâl-i iştiyak ve tahassürle göreceği gelen ve bililtizam kalkıp beş on dakika temaşasına müsâraat gösteren pederde, muhabbet çılgınlığından başka ne olabilir?”

Özdemir ve Karakaş Yıldırım’a göre; “Ahmet Mithat Efendi'nin Çengi romanında dört farklı aile örneği olduğu ancak bu ailelerin hiçbirinin mükemmel olmadığı tespit edilmiştir. Annelik görevini yerine tam olarak getiremeyen Saliha Molla ve Sünbül Hanım, çocukları Dâniş Çelebi ile Cemal Bey'in eğitiminde birçok hatalar yapmışlardır. Baba olarak kızının üzerine çok fazla düşen Canbert Bey de kızı Melek Hanım'ı dünyadan soyutlayarak yanlış bir eğitim yolu izlemiştir. Romanda üzerinde durulan aileler ve ailelerin çocuklarını eğitme biçimleri, ne çocuğun üzerine fazla düşmenin ne de çocuğu tamamen yalnız bırakmanın doğru yol olduğunu, çocuğun eğitiminde bir orta yol bulmanın onun sağlıklı gelişimi ve geleceği için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.”