Dün “köpek” dediğine, bugün “öpek” diyen, dün “melek” dediğine bugün “şeytan” diyen, tedavisi olmayan bir hastalıktır yalakalık…
İnsanlık tarihi kadar eski olan bu hastalığa değinelim istedim. Başka bir deyişle insanın var olmasıyla başlamış ve günümüze kadar değeri artarak devam ede gelmiştir. Malum her devrin yüksek alıcısı olduğu, her zaman para eden bir meslektir beklide yalakalık.!
Kırşehir’de olduğu gibi ülkemizde de çok geçer akçe olmuş ve olmaya devam etmektedir yalakalık.
Kırşehir’de bu vasıfları taşıyan nice yalakalar var aramızda isimlerini yazmaya değer bulduğum.
Bu yalakalar kim iktidarda ise onun kavuğunu sallar, orada yerler, içerler, işlerini gördürürler. Çünkü yalakalığını yaptığı parti iktidardadır.
Ne partiye toz kondururlar, ne liderlerine…
Ama gün olur devran döndüğünde dün yere göğe sığdıramadıklarına, bugün veryansın ederler, ağız dolusu hakaret yağdırırlar.
Doğru da yapıyor. Çünkü günümüz yalaka devridir, devir onların devridir.
Onlar olmasa ne Kırşehir olur, ne ülke!
Toplum olarak bu konuya ne denli ilgi ve alakalı olduğumuz çok açık bir şekilde görülmekte.
Ama nedense bu kişilik zaafı olan, yalakalar el üstünde tutulur, insanların üzüntüsü de bu…
Gerçek dürüst insanlar hep kıyıda köşe de kalmakta, meydana böyle yalakalara kalmaktadır.
Ne kadar acı bir durum değil mi?
Yalakalık; yağdanlık, yağcı, dalkavuk, şakşakçı, şaklabanlık, kemik yalayıcılık, huluskarlık, kıç yalayıcı, omurgasızlık, yanar dönerlik,v.s.gibi bir çok kelime ile adlandırabiliriz.
Aslında yalakalığın ırkı, dini, dili, mezhebi,cinsiyeti yoktur. İngilizcesini Fransızcasını Almancasını… yazmaya gerek duymuyorum.
Şu da bir gerçek ki bir kişinin yalaka olması için en az bir de yalakalık yapılan kişinin olması şarttır. Aslında doğruyu söylemek gerekirse, yalakalık yapan kadar yapılan kişinin de bu sıfatın oluşmasında katkısının olduğunu görmek lâzım.
Yalakalık yapılan kişinin çok üstün meziyetlere sahip olup olmaması günümüzde çok ta önemli değil. Önemli olan yalakalık yapan kişinin ihtiyaçlarını karşılayabilecek mevki, makam ve statüde olması kâfidir.
Yalakalık eskilerde (bundan 50-100 yıl önce) büyük-küçük, aç-tok, güçlü-zayıf, zengin-fakir, güzel-çirkin, amir-memur, üst-alt.. gibi ikililer arasında yapılıyorken günümüzde belli makamlara gelmek, işini yürütmek gibi uygulanmaktadır. Ya da bir mevki-makama gelmenin yolu bilgi, beceri, liyakat, hakk değil yalakalıktan geçer olmuş ta denilebilir.
Aslında yalakalık bir nevi sanat dalıdır. Ve bunu yapan ise iyi bir sanatçıdır.!
İnsan istese de yalaka olamaz yani istemekle çalışmakla elde edilen bir sanat dalı da değildir, bu insanın mayasında ve sütünde vardır.
Tabi ki bunu söylerken yani yalaka kadar yalakalık yapılan kişinin de hakkını, emeğini inkâr etmemek lâzımdır.!
Ben aslında çok üzülüyorum!
Kime mi?
Yalakalık yapılan kişiye.
Niye mi?
Kendisinde olmayan vasıflarla anılmaya ve övülmeye başlandığında muhatabını susturmayıp aksine, bundan hoşlandığını belli eden bir tavır sergilemek için epey gayret sarf etmesi, epey kıvranması, epey kıvırtması gerekiyor da ondan. Üzüldüğüm diğer konu ise sana yalakalık yapan kişi aslında seni zavallı, basit, kafasız, beyni noksan, ezik gibi vasıflara koyuyor ama sen farkında olmuyorsun bunların beklide olamıyorsun, olmak istemiyorsun. Senin bu sözlere, iltifatlara ihtiyacın mı var?
Evet bu sözlere inanıyor ve hoşuna gidiyorsa var.
Adam bir yerde müdürdür, amirdir, etkili ve yetkilidir, hükümet partisinin il ilçe başkanıdır, belediye başkanıdır, kaymakamdır, validir, bürokrattır, vekildir, bakandır, başbakandır, dır, dır, dır.
Bir iş yaptırmak için olmadık taklalar atılır, sevmediğiniz vasıflarını sever olursunuz, ahlâksız bulduğunuz görüşler artık sizin için çok ahlâklı olmuştur.
Dün ardından atıp tuttuğunuz kişi bugün sizin en yakın dostunuz ahbabınız olmuştur!
Dün namussuz, şerefsiz olanlar bugün dünyanın en namuslu en şerefli insanları olmuştur!
Bir iş yapsa, bir söz söylese, yalan yanlış bile olsa hemen beğenip “ooo çok iyi yapmışsın, çok güzel olmuş!” derler.
Adam karşına geçip küfredip, sövüp saysa, yüzüne tükürse, “tükür tükür yüzüm kirlenmişti, temizlenir belki” diyecek kadar alçaklaşabilmekte, aşağılanabilmektedir.
Aslında ben bu yalakalara üzülüp acıdığım kadar yalakalık yapılana da üzülüyor, acıyor, zavallı ve aciz olan kişilere baktığım gibi bakıyorum, bakmaya da devam edeceğim…
Olur ya yazdıklarımızı anlamayanlar olursa diye bir hikaye ile bitirelim…
Eskiden bir kral varmış ve bu kral kabak yemeğini çok severmiş.
Öyle ki kabaktan her bahsettiğinde, soytarısı iç geçirir kralı tasdik edermiş. Kral; “Kabak yemeği gerçekten mükemmel bir yemek’’ diye konuşsa, soytarı atılır “evet kabak yemeğinin üzerine yemek tanımam” dermiş.
Kral kabak dolmasından bahsetse “ah var mı kabak dolması gibi bir yemek’’ diye söze başlarmış.
Kral “üç öğün kabak kızartma olsa yerim” dediğinde, “bir ömür kabak kızartma yiyebilirim” dermiş.
Gel zaman git zaman kral kabak yemekten bıkıp nefret eder olmuş.
“Bu kabak yemeğini nasıl yerler bilmem. Böyle tiksindirici bir yemek daha olamaz” demiş.
Soytarı; “Haklısınız kralım millette ne mide var. Aslında tüm kabak yemeklerini yasaklamak lâzım” demiş.
Soytarının daha önceki söylediklerini bilen biri “Yahu, daha dün sen değil miydin kabak yemeğini öve öve göklere çıkaran?’’ dediğinde soytarı atılmış.
“Ben kralın soytarısıyım patlıcanın değil” demiş…
Unutmayın ! Bizim Gerçek arkadaşlarımız, gerçek dostlarımız, bizim yanlışımız veya hatamız olduğunda bunu yüzümüze bakıp, yanlışımızı hatamızı söyleyebilecek yürekliliğe sahip olan kişilerdir. Yoksa arkamızdan olmadık fırıldaklıklar çevirip yüzümüze gülen kahpeler, alçaklar değildir…