Edebiyat, insanoğlunun duygu, düşünce ve hayal dünyasını kelimelerle nakşettiği kadim bir sanat… Zamanın başlangıcından bu yana destanlarla, şiirlerle, hikâyelerle ördüğümüz bir köprü. 15 Şubat Edebiyat Günü, işte bu büyülü dünyanın hatırasına adanmış bir gün.
Tarih sayfalarını çevirdiğimizde edebiyatın ilk izlerine Sümer tabletlerinde rastlıyoruz. Gılgamış Destanı, insanın ölümsüzlük arayışını anlatırken, bir yandan da yazının gücünü fısıldıyor kulağımıza. Homeros’un dizeleriyle şekillenen Antik Yunan dünyası, “İlyada” ve “Odysseia” ile destansı bir maceraya dönüşüyor. Dante’nin “İlahi Komedya”sı cehennemden cennete uzanan ruhani bir yolculuk sunarken, Shakespeare’in trajedileri insan ruhunun en derin kıvrımlarını sergiliyor. Ve bizler, bu dev yazarların bıraktığı izleri takip ederek, kendi hikâyelerimizi yazıyoruz.
Zaman ilerledikçe edebiyat, sadece kâğıda dökülen bir sanat olmaktan çıkıp hayatın tam içine yerleşti. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ile modernleşme sancılarımızı anlatırken, Orhan Pamuk, “Benim Adım Kırmızı”da Doğu ile Batı’nın renklerini buluşturdu. Nazım Hikmet, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…” dizeleriyle insanlık için düş kurarken, Cemal Süreya, aşkı bir çay bardağında demledi. Her biri, kendi çağında edebiyatın farklı pencerelerini araladı.
Bugün, 15 Şubat’ta, kelimelerin büyüsüne bir kez daha kapılma zamanı. Edebiyat, sadece geçmişin yankısı değil; geleceği şekillendiren bir fenerdir. Belki bir romanın satırlarında, belki bir şiirin içinde kaybolarak kendi benliğimizi yeniden keşfederiz. Çünkü edebiyat, sonsuz bir yolculuktur ve bu yolculukta her okur, her yazar kendi macerasını yaşar.
Öyleyse, bu özel günde kitapların sayfalarını aralayalım. Bir şiir mırıldanalım, bir hikâyeye dalalım ve edebiyatın büyülü dünyasında yeni serüvenlere yelken açalım. Çünkü kelimeler yaşar, biz onlarla var oluruz.