Ahmet Mithat Efendi Çingene adlı romanında (1887) genç bir beyzadenin güzel bir Çingene kızına aşkını anlatırken konuyu Tanzimat döneminin temel düşünsel eksenlerinden medeniyet ve medenileşme kavramları çerçevesinde ele alır. Eser Çingene sevgili dışında, Hintli bir öğretmen ve Ermeni bir ressamın da dahil olduğu, etnik açıdan heterojen bir çevre içinde kurgulanır. Genç ve zengin Istanbul beyefendisi ile güzel ve yoksul Çingene kızının toplumsal konumlarındaki zıtlık eğitimle, medenileşmek suretiyle aşılabilir mi tartışmaları sürerken o dönemde Çingeneler hakkındaki kimi yanlış önyargılar da yazar tarafından sorgulanır.

Döneminin çarpıtılmış tüm toplumsal ön yargılarına ve hurafelerine karşı farklı bir bakış açısı getirerek her fırsatta halkını hümanist bir yaklaşımla aydınlatma çabası içinde olan Ahmet Mithat Efendi, 'Çingene' isimli bu eserinde yine nahoş fakat dikkat çekilmesi gereken bir noktaya parmak basıyor: Irk ayrımcılığı.

Toplumsal ayrışımın önüne sadece entelektüalizm ile geçilebileceğini mantıksal akıl yürütmelerle ispat ettiği bu eserinde Ahmet Mithat Efendi, eşitlik kavramının ırk temeli üzerine kurulmasına isyan ediyor; “insan denilen mahlûkun yaradılışça birbirine denk olduğunu, medeni olmanın ise eğitim ve görgü ile mümkün olabileceğini, dolayısıyla fertler arasında eşitliğin değil ama farklılığın ancak bu açıdan gözetilebileceğini” ortaya koyuyor.

Şems Hikmet bir kır gezisinde Ziba’yla karşılaşır ve onun eşsiz güzelliğinden etkilenir. Ancak Ziba bir Çingene’dir. O, Şems Hikmet’in ailesi ve çevresi için “uzakta tutulanlar”dan başka bir şey değildir. Çingene’nin söz, tavır ve davranışlarındaki çiğlik de bir anlamda bu dışlamayı haklı çıkarır görünmektedir. Ancak hem fiziksel güzelliği hem de sesinin hoşluğu Şems Hikmet’i kendine karşı çaresiz bırakır. Para karşılığında Ziba’nın ailesini ikna ederek Çingene’yi yakınlarından birinin yanına yerleştirir. Hedefi ona Osmanlı ailesine yakışır genç kız terbiyesi vermektir. Böylece Çingene ile evlenme isteğini kendi ailesine açıklayabileceğini düşünür. Gerçekten de bir süre sonra Çingene’ye istediği biçimi verir. Genç kızda Çingeneliğine dair bir iz kalmaz. Ne var ki, Şems Hikmet’in Çingene’yle olan bağını duyan ailesi ve muhiti ona büyük bir tepki verir. Bunun üzerine hastalanan Şems Hikmet, bir süre sonra hayata veda eder. Hatasını anlayan ailesi ise evlerine gelin olarak kabul etmedikleri Çingene’yi kızları olarak kabul eder. Görünürde yoksul ve eğitimsiz Çingene kızın kurtuluşu söz konusudur. Görünürde kurtulan Çingene, gerçekte kurtulmuş mudur? Şems Hikmet, arkadaşlarıyla eğlenmek için gittiği bir mesire yeri olan Kâğıthane’de, birkaç Çingene’nin yanlarına gelmesi üzerine Ziba’yla karşılaşır. Burada Şems Hikmet ve arkadaşlarıyla şarkı söyleyip eğlenen Çingeneler, sonunda bahşişlerini alıp giderler. Kâğıthane’de eğlenip konuştuğu Çingeneler arasında güzelliğiyle Ziba, Şems Hikmet’in dikkatini çeker. Ancak, Şems Hikmet, toplumun Çingeneler hakkındaki önyargıları ve kalıp yargılarının bilincindedir. Çünkü Nazım Alpman’ın belirttiği gibi Çingeneler yüzyıllar boyu itilmiş kakılmış olarak yaşamışlardır. Şems Hikmet, Çingenleri insandışılaştırmanın egemen olduğu bir ortam içinde büyümüştür. Örneğin, Şems Hikmet’in eniştesinin Çingenelerle ilgili şu sözleri çarpıcıdır: “Her şeyin bir ilkeli, bir gelişmişi olduğu gibi, insanların gelişmemişi de Çingenelerdir. Anlatıcı da yılışıklık, edepsiz sözler söylemek, dilenmek, arsızlaşmak gibi olumsuz insani özellikleri Çingenelere yükler:
“Burnu gayet güzel. Bir dakika kadar zihni bir şeyle meşgul olup da davranışlarına bir dinginlik, bir ciddiyet gelecek olsa hakikaten görenleri önünde eğilmeye, ona kul köle olmaya mecbur edecek kadar cazibesiyle insanı etkisi altına alıyor. Fakat derhal yılışınca veya edepsiz sözler söyleyince veya bir şey dilenmek için arsızlanınca yüzündeki o görüntü, o heybet kaybolarak Çingeneliği meydana çıkıyor.”
Şems Hikmet, Çingene’yi yakınları Düriye Hanım’ın yanına yerleştirir. Amacı, Düriye Hanım vasıtasıyla Çingene’yi Osmanlı gelenek ve göreneklerine göre yetiştirmektir. Ancak, onu eğitmek isterken nesneleştirdiğinin farkında değildir. Her ne kadar Çingene ve ailesi duruma razı olsa da ikiye bölünmüşlük içindedirler. Şems Hikmet’in belirlediği kurallar çerçevesinde hareket ettirilen Çingene yavaş yavaş evcilleştirilir. Çingene, yoksul aylakken hanımefendi olur. İlk bakışta sınıf atlamış gibi görünür. Ne var ki, ister eğitimsiz ister eğitimli olsun, her iki hâlde de ezilendir. İlkinde kendi kültürü içinde ezilenken, ikincisinde kendisine dayatılan kültür içinde ezilendir. Bu bakımdan sınıf egemenliğinin, etnik kökene ve cinsiyete dayalı toplumsal ilişkilerin farkında bile olmayan Çingene’nin kurtuluşu mümkün değildir. O, sadece emre hazır hâle getirilmiştir:
“Hâlbuki Ziba’da gördükleri şey, Çingenelikten beklenen arsızlığa, yüzsüzlüğe bedel gayet nazikâne bir hanımlıktan ibaretti”

Ahmet Mithat Efendi, bu romanında, eniştenin ağzından hergele ve Arap atı karşılaştırması yaparak Çingenelerin eğitilemeyeceği görüşüne karşı onların da diğer insanlar gibi eğitilebileceğini kanıtlamak ister:
“Hâlbuki en iyisinden bir Arap atıyla bir de bizim hergeleyi yan yana getirecek olursanız ikisi arasındaki farkı, bir Çingene’yle Çingene olmayan arasındaki fark kadar açıkça görürsünüz. Şekil yönünden farklılıkları olduğu gibi ahlâkça dahi böyle bir fark vardır. Yani, o hergele önüne geleni ağzıyla kapar, arkasında kalanı ayaklarıyla teper; bindirmemek için hayvanlık eder. Ufacık bir şeyden ürker. Su geçmek istemez. Hendek atlamak istemez. Esb-i tazî ise bu kusurların hepsinden arınmıştır. Meşhurdur ki sahibi cenkte yaralanıp düşecek olsa ağzıyla alıp kaçırır. Veyahut pervane gibi etrafında dolaşarak düşmanı sahibine yanaştırmaz. İşte birader, asalet ile soysuzluğun farkı insanlarda dahi böyledir.”

Çingene romanı“insandışılaştırma”, “ikiye bölünmüşlük”, “kural belirleme”, “var olmak” ve
“yaşamak” kavramları çerçevesinde değerlendirilebilir. Türkan Yeşilyurt’a göre; Yazar, romanında Çingenelerin de diğer insanlar gibi eğitilebileceğini kanıtlamak ister. Romanda iki ana kişi vardır: Şems Hikmet ve Ziba. Yazar, Şems Hikmet aracılığıyla Çingene kızı Ziba’yı eğitir. Ancak, ataerkil otoriter bir eğitim anlayışıyla terbiye edilen Çingene kızı bilinçlenme yaşayamaz. Kendine ve kültürüne yabancılaşır. Görünüşte sınıf atlayan Çingene, gerçekte taklitçi bir köleye dönüşür. Kısacası Ahmet Mithat Efendi, yazar olarak babacan, ancak otoriter bir öğretmendir. Çingene’nin bireysel gelişimine izin vermez.

Bu kıymetli anlatının okunması hem ilginç hem hoş. Tavsiyemizdir efendim.