Türk Edebiyatı’nın ilk tarihi romanı olma özelliği taşıyan Cezmi, 1880’de ilk kez basılmıştır. Kitap iki cilt olarak düşünülse de ikinci cildi yazılmamıştır. Kitapta, II. Selim döneminde İranlılarla yapılan savaşta yer alan vatansever asker Cezmi’nin başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Cezmi yiğit bir sipahi olduğu kadar, aynı zamanda bilgin bir şairdir. Ciritte, atlı sporda ustadır. Namık Kemal Cezmi’yi genç, cesur, vatanını ve milletini her şeyden çok seven bir karakter olarak öne çıkarırken, topluma “herkes vatanı için elinden gelen her şeyi yapmalı, hatta canını bile seve seve vermeli” mesajı vermek ister.

On altıncı yüzyılda yaşamış şair ve atlı spor ustası Cezmi, İranlılarla yapılan bir savaşa katılır. Orada bir zaman sonra Kırım şehzadesi Adil Giray'la tanışıp arkadaş olur. Adil Giray bir baskında yakalanır. Şahın karısı Şehriyar, Adil Giray'a âşık olur. Adil Giray ise şahın kız kardeşi Perihan'a âşık olmuştur. Şehriyar ve Perihan aynı kişiye aşık olduklarını anlayınca artık aralarında bir kıskançlık yarışı başlar. Ayrıca Adil Giray'ın da Perihan'ı sevdiğini anlayan Şehriyar, her ikisini de öldürmek için planlar yapar. Adil Giray esir düştükten sonra Cezmi bu haberi alır ve Adil'in yardımına koşar. Cezmi, bir şekilde Adil'in bulunduğu odaya girmeyi başarır. Bundan sonra kaçış ve İran'daki yönetimi yıkıp yerine kendilerini getirmek için planlar yapmaya başlarlar. Cezmi bu planları uygulamak için bir İran askeri olan Abbas'ı kullanır. Ancak Şehriyar'ın yaptığı bütün planlar suya düşer ve bu planın sonuçları kendisinin ölümüne sebep olur. Şehriyar'ın askerleri Perihan ve Adil Giray'ı da öldürürler fakat aşklarını yok edemezler. Her ikisi de Cezmi tarafından aynı mezara defnedilir. Cezmi kılık değiştirerek vatanına geri döner.

Nâmık Kemal’in 1877’de Midilli’ye gittikten sonra yazdığı romanın başında, XVI. yüzyılın genel siyasî durumuyla romana adını veren Cezmi’nin tasvirlerinin yapıldığı, asıl olayla doğrudan ilgisi bulunmayan bir giriş bölümü yer alır. Fakat bu bölümde o kadar tatlı ve gurur dolu bir tarih anlatılışı var ki; “neden tarih kitapları bunları kupkuru anlatır?” diye hayıflanıyorsunuz.

Romanın diğer kahramanları gibi tarihten alınmış gerçek bir kişi olan Cezmi hem şair yaratılışlı hem de cesur bir delikanlıdır. Romanda bir sipahinin oğlu olan Cezmi’nin yetişmesi, özellikleri ve İran savaşlarında gösterdiği kahramanlıklar yanında bu savaşlarda tanışıp dost olduğu Âdil Giray’ı esaretten kurtarması sırasında İran’da başından geçen olaylar anlatılmıştır. Nâmık Kemal burada, idealize ettiği Cezmi’nin şahsında biraz da kendini, özellikle Kars’ta geçirdiği gençlik yıllarının hâtırasını ve orada öğrendiği ata binme, ok atma, cirit oyunu gibi konulardaki bilgisini ortaya koymak istemiştir.

Nâmık Kemal, ilk romanı İntibah’a göre Cezmi’de roman tekniğine biraz daha hâkim olmakla beraber burada da konuşmaların azlığı ve hareketsizlik dikkati çekmektedir. Ayrıca tasvirlerin genellikle sübjektif ve mübalağalı oluşu, psikolojik tahlillere yeterli derecede yer verilmeyişi ve romantizmin etkisiyle olayın trajik bir şekilde son bulması eserin tenkit edilen taraflarıdır. Buna rağmen Cezmi genç yazarlara, tarihe ve özellikle Osmanlı tarihine eğilmek ve konularını oradan seçmek suretiyle güzel eserler yazabilecekleri yolunda bir örnek olması bakımından devri için büyük önem taşımaktadır.

Edebiyat tarihçileri arasında Cezmi’yi en isabetli şekilde değerlendiren Ahmet Hamdi Tanpınar, eserin tarihî kadro içinde bir ideoloji romanı olduğunu, Nâmık Kemal’in burada ittihâd-ı İslâm, vatan sevgisi ve insan haklarına dair fikirlerini ortaya koyduğunu belirtir. Tanpınar ayrıca, eserdeki yer yer mübalâğalı üslûpla konu ile doğrudan ilgisi bulunmayan olayların büyük ölçüde Victor Hugo’nun Sefiller’inden geldiğini, bazı konuşmalarda bu tesirin açıkça görüldüğüne dikkat çekerek Nâmık Kemal’in bu romanda tarihin verdiği hazır hikâyenin sınırları dışına pek çıkamadığını söyler.

Cezmi, Ferhat Ağa ile oynadığı ciritte gösterdiği ustalık üzerine Paşa’dan iltifat görür. Bunun üzerine bir arkadaşı Cezmi’nin başarısı için ona bir ziyafet tertip eder. Bu ziyafet esnasında içlerinden biri, rüyasında ata bindiğini gördüğünü ve bunun “devlete ermek” olarak yorumlandığını söyleyerek rüyada değil, uyanıkken böyle ata binmenin devleti ayağına getirdiğini imalı bir biçimde söyler. Cezmi’nin bu cümleye verdiği karşılık ise Namık Kemal’in yine etik değerler bağlamında bir yorumu olarak değerlendirilmelidir:
“Eğer geçen günkü cirit oyunu benim için gerçekten yükselmeye vasıtası olacaksa hem kendime, hem devletin haline acırım. Gösterdiğimiz marifet nedir ki devlet katında yükselmemizi gerektire? Bir kılıç tımarım var, o nimetin hakkını ne zaman ödedim ki başka bir devlet arzusuna düşeyim? Benim inancıma göre hak etmeden yükselme, haklı mahrumiyetten bin kat fenadır. Kendi kendisini bulunduğu mertebeye layık görmeyen adam, halkın gözünde ne kadar küçüleceğini düşünürse utancından yerlere geçer.”

Namık Kemal, sanata ait fikirlerini, mütevazı bir şekilde “şu değersiz kitap (s. 30)” dediği eserinde kişiler yoluyla okura aktarır. Şairin kim olduğu konusunda açıkladığı aşağıdaki paragraf, buna en iyi örnektir:
“Şair nedir?: Tabiatın en sevdalı zamanlarındaki hüzünlü gülümsemelerinden yaratılmış bir mahluk!.. Gülümseyişlerinde güldeki şebnem gibi gözyaşları, ağlayışlarında bulutlardaki eleğimsağma gibi gülümseme alametleri görünür; tabiata bütün yaratıklardan daha fazla esirken tabiatın üstüne çıkmak ister; kendi kendini bile idare edemezken dünyayı zayıf kollarıyla sürükleye sürükleye başka bir feyiz noktasına, başka bir olgunluk merkezine götürmeye çalışır. Bunca didinmeler içinde gücü, kuvveti kesilince de ya kafeste siyah perdeler içinde mahpus bülbüllerin nağmesi kadar hüzünlü veyahut dünyamızdan teneffüse yeter hava bulamayacak derecede yükselip sonra aşağıya doğru hiddetle süzülen şahinlerin haykırışı kadar acı feryatlarla başlar. İşte asıl şiir o feryatlar ve asıl şair de o karakterde, o yaradılıştaki insanlardır. Yoksa beş on kelimeyi aruz veya hece kalıplarına uydurmaya, yine birkaç kelimeyi birbirine kafiye yapmaya muktedir olanlar değil…”

Anzerli’ye göre Namık Kemal’in eserlerindeki mazluma acıma, hürriyet, millete hizmet, insan hakları, insan iradesi gibi fikirler batıdan alınmış ve batılı anlamda işlenmiştir. Namık Kemal’in eserlerinde işlediği fikirle şu ana başlıklar altında toplanabilir: Milliyetçilik (İslamcılık ve Osmanlıcılıkla birlikte), Hürriyet fikri, Kanun fikri, Ahlak ve vicdan fikri, Meşrutiyet fikri, İktisadi fikirler ve Medeniyet fikri.

Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın, Namık Kemal’in sonraki nesiller üzerinde niçin etkili olduğunu değerlendiren cümleleri şöyle: “Namık Kemal birçoklarının yaptığı gibi, Garplı kıymetleri nazari olarak yazıya geçirmek, onları müşahhas sanat eserleriyle ortaya koymakla kalmıyor, onları kendi fikri hayatının esası yapıyor, fikirlerini yaşıyor, düşünceyi hareket haline getiriyor. Namık Kemal’in hayatı, fikirlerinin bir tatbiki gibidir. Kanaatime göre onun Türk cemiyetine tesir etmesinin sırrı buradadır. Aslında çok derin olmayan bu fikirler, kuvvetini onun hayatından alıyorlar. Namık Kemal ideallerine, varlığının sıcaklığını geçiriyor. Bundan dolayı biz ona modern bir mistik nazarı ile bakıyoruz. Duygu, aşk onda mücerret fikirlere galebe çalıyor. Bundan dolayı o, hürriyeti sadece felsefi bir fikir olarak değil, kendisine âşık olunan bir sevgili olarak yüceltiyor. Leskofçalı Lakib’in bir beyti ile tutuşan bu insan, hayatı boyunca hakiki bir aşkla yanmıştır. Onun sesini, vatan, millet ve hürriyetten bahseden, sadece bahseden fakat yaşamayan bir sürü
yazarınkinden ayıran ve zamanımıza kadar yaşatan sır, işte budur. Biz ona mistisizm diyoruz.”