Toplumda bazı insanlar vardır; dinde fazla hassas değildir, ama başkaları üzerinden dindarlık sergilemeye bayılırlar.
Mesela eşinin tesettürüyle, kendi dindarlığını göstermek ister. Bunun için de eşine bazen gereksiz baskı uygular. Çünkü onun dindarlığından, dinde hassasiyetinden kendine de pay çıkaracaktır.
Bazı kimseler, en ufak bir ayrıntıda başkasını ikaz eder, ama kendi kusurlarını hiç umursamaz. Anlayacağınız “Başkasının gözündeki çöpü görür, ama kendi gözündeki merteği görmez.”
Evet, başkalarını ikaz ederken, kendimizi unutmayalım.
Bir de ikaz ettiğimiz konunun gerçekten ikazı değecek kadar önemli olup olmadığına dikkat edelim,
Önemliyse, ikazda "kavl-i leyyin” "yumuşak üslup, tatlı dil" kullanalım. “Kaş yapalım derken, göz çıkamayalım.” Basit, önemsiz bir şeyi düzeltme adına dostumuzu, arkadaşımızı kaybetmeyelim. Yani “attığımız taş/tuttuğumuz balık, ürküttüğümüz kurbağaya değsin”
Eğer değmeyecekse hiç taş atmayalım.
Ne dersiniz?Yazar İsmail Mutlu

Yukarıdaki yazıya benzer bir yazı yazmak isterken, 100’ün üzerinde kitabı olan arkadaşım Yazar İsmail MUTLU yazmış.
Buna ilave olarak; nefsimizi temize çıkarmak için başkalarının yanlışlarını ortaya döküp, kendi yanlışlarımızı n üzerini örtmeyelim. İnsan hata yapar, hatadan da döner. Burası ahretin bir imtihan yeri, insanlar farklı farklı huylara sahip olabilirler, farklı meslekleri olabilir. Burada bizim önce kendimizi aynanın karşısında görmemiz lazım. Nefis biz kedi iken bizi aslan mı? Gösteriyor. Yoksa! Bir saniyesine dahi hükmümüzün olmadığı yaşamda, hayatı devam ettirmek için bir kudret elinin olduğu inancıyla; dünyaya gönderiliş gayemize göre mi? yaşıyoruz.
Yoksa attığımız taş, tuttuğumuza değiyor mu? Değmiyor mu? Bakmak lazım.