Bu olay ne kadar doğru bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki; tarih boyunca bütün diktatörler masum halk kitlelerini hep tüyleri yolunacak tavuklar gibi görmüşlerdir.
Tüyleri yolunacak, kendilerinden başka sığınılacak bir merci bırakılmayacak ve ufak tefek ulufeler ile itaati."
Önlerine bıraktıkları çeşitli yemlerle halkı hep kucaklarında tutmuşlar.
İktidarların nimetlerinin arta kalanlarını önlerine bıraktıkça halk onlara koşmuş.
Bizim liderimiz, bizim iktidarımız, bizim hükümetimiz diye sahiplenmişler.
Hiçbir zamanda yolunmaktan kurtulamamışlar.
Sovyet Devrimi’ni yapan Lenin’in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren Sovyetler Birliği diktatörü Stalin, en katı uygulamaları planladığı çalışma odasına, yakın çalışma arkadaşlarını toplamış sohbet ederken, bir ara ayağa kalkıp ellerini havaya kaldırarak herkesi susturur ve söze başlar:
"Saçını ihtilalde, halk içinde, devlet yönetiminde, bürokraside ağartmış dostlarım... Söyleyin bakalım, halkın yönetime baş eğmesi, kayıtsız şartsız itaat etmesi için yöneticiler ne yapmalı? Böyle güçlü bir idare tesis etmek için nasıl davranmak gerekir?"
Her kafadan bir ses çıkar. Kimisi adaletten, haktan, hukuktan söz eder.
Kimisi demokrasiden, insan haklarından bahseder. Kimisi sertlikten yana tavır alır.
Kimisi sürgünden, sehpadan, hapisten dem vurur.
Kitlesel baskı ve korku yaratmanın deha çapındaki diktatörü Stalin, adamlarının açıklamalarının hiçbirini beğenmez.
Masadaki votka şişesi yarı yarıya boşalmıştır...
Bir kadeh daha içki yuvarlayıp soğuk ve ürpertici bir sesle şöyle der:
"Yönetimi ele geçiren hükümdarın ya da o güçteki bir liderin Tanrı’dan pek farkı yoktur.
Halk onu öyle görür.
Önce bunu bilin...
Sonra, insanların karşınızda baş eğip durması için ne yapmanız gerektiğini bırakın da ben, şu beyinsiz kafalarınıza çivi gibi çakayım!"
Hakaret ağır olmasına rağmen herkes memnun memnun sırıtır.
Stalin’den hakaret işitmek bile onlar için önemli bir iltifat gibidir.
Stalin, hizmetkârlardan birini çağırıp emreder:
"Çabuk bana bir tavuk getirin!"
Aceleyle bir tavuk kapıp getirir uşaklar...
Stalin, adamlarının gözleri önünde tavuğun tüylerini canlı canlı yolmaya başlar.
Diktatör, bütün tüyleri yolunup cascavlak kalan tavuğu odanın ortasına salıverir:
"Şimdi izleyin bakalım nereye gidecek bu şaşkın tavuk?"
Zavallı tavuk içine düştüğü azaptan kaçıp kurtulayım diye aralık kapıdan dışarı kaçar, soğuktan tir tir titrer, dönüp masaların altına girer, köşeli masa ayakları canını yakar, duvar diplerine koşar, tüysüz kanatları yara bere içinde kalır, şömineye yaklaşır, tüysüz derisi kavrulur...
Sonunda çaresiz, tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına sığınıp saklanır.
O zaman Stalin, cebinden bir avuç yem çıkarıp yolunmuş tavuğun önüne tane tane atar.
Yemlenen tavuk bundan sonra, Stalin nereye yönelse peşinden koşar!
Ağızları bir karış açık kalan dostlarına bakan Stalin, alaycı bir gülüşle şöyle der:
"Gördünüz mü? Halk dediğiniz topluluk bir tavuk gibidir.
Tüylerini yolup aldıktan sonra onu serbest bırak.
O zaman yönetmek o kadar kolay olur ki..." demiş.
Dün neyse bugünde çok farklı değil?
İktidarlar hep bir birlerine bakarak şekil almışlar.
Diktatör Stalin’de olduğu gibi.
Yolunan tavuklar hep aynı kalmış İktidarların, liderlerin sadece ismi değişmiş.