“Müslümanlar ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulun /sulh edin.”. Lafa gelince, vaaz etmeye başlayınca, hutbeye çıkınca söz açılınca “Müslümanlar kardeştir !”deriz fakat kardeşliğin gereği olan vacipler ilgimizi çekmez. Artık ne Müslümanlığın/kardeşliğin ne de asgari insanlığın gereği yerine getiriliyor. Sebebi hikmeti sorulduğunda ya kaçamak cevaplar veriliyor, ya omuz silkiliyor ya da “bu asırda, bu şartlarda ne yapabiliriz ki!” deyip dudak bükülüyor. Hâlbuki Firavun’un sarayında, imanını gizleyen, ölüm emri hemen yanı başında iken Hz. Musa(as)’yı savunan Mümin şöyle konuşuyordu: “Firavun ailesinden imanını gizleyen birisi “Rabbim Allah “dedi diye size açık mucizeler getiren birisini mi öldüreceksiniz!...”.
Müslüman kardeşliği bir zamanlar insanları ve devletleri harekete geçirebilen bir bağ iken bugün kuru bir söyleme dönüşmüştür. Gerçi tarihi süreçte devletlerin sınırlarını aşıp diğer Müslümanlara ne kadar ulaşabildiği de tartışmalı ya… Hz Ali’nin ölümsüz beyanıyla insanlar ya dinde kardeş ya da insanlıkta eşimizdir. Hangi noktadan hareket edilirse edilsin Gazze’de işlenen cürümler açık bir insanlık suçu, alçakça bir katliam ve maşeri vicdanı paramparça etmesi gereken barbarca bir soykırımdır. BM, AB, NATO, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı, Batı medeniyeti, hümanizm, insan hakları falan hepsi faso-fisodur, koskoca bir hikâyededir. Kudret, kimdeyse, kim hükümran ise onun kuralları geçer. Haklı ve haksızı hukuk değil elinde en fazla güç, en fazla silah bulunan tayin eder. Medeni(!) dünyada cari ve sâri olan hukuk ve evrensel değerler beş para etmez; sadece sömürülecek ülkeleri tazyik etmek amacıyla tedavülde olan göz boyama aracıdırlar. Nerede kaldı insanlıkta eşlik, nerede kaldı dinde kardeşlik! Söz etmeye değmeyecek cılız söylenmeler-Türkiye’nin itirazını ayrı tutmak lazım- ölürken bari karnınız tok olsun manasına gelen az miktardaki yardımlar İsrail’i durdurmaya yetmez. Kendi –bir kısmı tahrif edilmiş-kitapları Tevrat bile on emrin içinde “ Öldürmeyeceksin!” derken çocuk, kadın, yaşlı, hayvan –insan ayırmadan öldüren hastalıklı bir anlayıştan bahsedildiğini unutmamak lazım. “Yurdundaki yabancıyı, komşuyu hor görmeyeceksin, zira sen de Mısır’da gariptin” diye emredilirken hiçbir dini, insani ve ahlaki değeri dikkate almadan hunharlık peşinde koşan bir devlet ancak ve ancak içlerindeki kinleriyle tüm dünyaya zehir kusan Siyonistler olabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Çünkü Siyonistler, gerçek Yahudilerin de yüz karasıdır. Hitler’e bile rahmet okutacak azamette cinayetler işlemiş illetli bir eşkıya sürüsüyle karşı karşıyayız.
Umumi olarak dünya devletleri, hususi olarak ise Müslüman dünya bu çetin sınavda çok feci, insanlık için yüz karası olacak bir netice aldı. Asırlar geçse de asla unutulmayacak berbat bir tarih yazılırken seyrettiler. Lakin Batı dünyasında ilginç hadiselere de şahit olduk. Devletlerin ve büyük yığınların aksine vicdanı körleşmemiş insanlar-Hristiyan, Yahudi, Müslüman inançsız vb.- meydanları, caddeleri, sokaklarda İsrail’in katliamını en şiddetli bir biçimde protesto ettiler. Almanya 2.Dünya Savaşı’nda işlediği cürümlerin ağırlığı altında ezilirken kem küm bile edemedi cinayet hakkında; ancak İsrail’in güvenliğinden dem vurup durdu. Buna rağmen Münih’te ve Berlin’de kitlesel gösteriler düzenlenmesine mani olamadılar. ABD yaklaşan seçimleri hesaba katmanın yanında göbekten bağlı olduğu Mesihiyan inanç kardeşliğinin gereği olarak elinde avucunda ne kadar imkân varsa İsrail’in emrine verdi. Türkiye’nin tepkisi kesindi. Hamas’ı kurtuluş mücadelesi veren Mücahitler olarak nitelemek çok önemli bir köşe taşı oldu. Denilebilir ki Siyonist çetenin katliamını kabak gibi ortaya çıkaran Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duruşu ve söylemleri, Batı’daki bir kısım halkın ve İslam ülkelerindeki sokakların vicdani isyanını temsil ediyordu.
İçinden geçtiğimiz bu dönemde Müslümanların, halk olarak, yapabileceği bazı şeyler olduğu da ortaya çıktı. Filistinlilerin yardım isteğine hakkıyla icabet etmek mümkün olmasa da insani yardımlara ağırlık veriliyor. Medya yoluyla Siyonistlerin katliamı teşhir ediliyor. İsrail ve destekleyen ülkelerin büyükelçilikleri önünde olduğu gibi stadyumlara kadar yayılan protesto gösterileri yapılıyor. İsrail’i haklı göstermeye çalışan siyasetçi, sanatçı, yazar –çizer takımı yaptıklarına -hukuk çerçevesinde- sosyal baskı kurularak pişman ediliyor. İsrail mallarına boykot uygulanıyor. Uluslararası mahkemeler nezdinde suç duyurusunda bulunanların sayısı artıyor. Ebu Ubeyde’nin çağrısına uygun samimi dualarımız göğe yükseliyor..
Bir kısım cahil ve gafil Müslümanların düştüğü yanlış bir anlayış ve söyleme de değinmek gerekiyor. Bunlara göre Hamas gücünün yetmeyeceğini bile bile, cürmüne cüssesine bakmadan nasıl olur da İsrail’e saldırır! Çok tuhaf bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Yurdunu işgal eden, namusunu, dinini mukaddesatını ayaklar altına alan, vatanını tarumar eden, her yandan kuşatarak sıkıştığın küçücük toprak parçasında esaret hayatı yaşatan işgalci terörist devletin yaptıklarına ses çıkarma hatta buna rıza göster ve mutlu (!),huzurlu(!) bir şekilde yaşa! Tam olarak Filistinlilerden beklenen şey bu. Kendilerini milliyetçi olarak niteleyen başka bir grup da “ ne işimiz var Filistinle! Bu mesele Arapların meselesi. Onlar bile hiçbir şey yapmazken âlemin enayisi biz miyiz? Zaten bu Araplar bizi arkadan vurmuştu.” retoriği ile meydanlarda arzı endam ediyor.
Bu söylem geleceği göremeyen basiretsizlerin söylemidir. Siyonistlerin nihai hedefinde senin ülken de var. Önce parçalayacak sonra da uydu PKK devletiyle birleşip büyük İbrani devletine katacak. Sadece şimdilik öncelikli hedef değilsin. Çünkü senin beğenmediğin Hamas, tehlike sana gelmeden mücadele ederek sana yardımcı oluyor. Öyleyse gizli veya açıktan Filistin’e yardım edilmesinin ne kadar önemli olduğunu düşün de bunun için çabala… Bilmelisin ki sahip çıktığın şey sadece insanlık, kardeşlik değil aynı zamanda vatanındır.