Âlem; kapitalizm, sekülerizm, pozitivizm, hedonizm ve nihilizmin altın çağını yaşadığı bu asırdan daha zor dönemler de yaşadı fakat bozulmanın ve dağılma-çözülmenin bu süratte gerçekleştiği başka bir zaman dilimine şahit olmadı. Dünya, doğa, insanlık ilk defa bozulmuyor evet, ancak ahir zamanda olmanın tesiriyle ifsat dünya ölçeğinde ve istikbali tehdit edecek kadar da vahim… Vahşi kapitalizmin egemen olduğu ülkelerde bozulma daha da korkutucu. İlk anda son 30-40 yıllık değişimler, dönüşümler irdelendiğinde akıl, kalp, iman, izan sahibi ve geleceğe dair kaygıları olan kişiler için büyük bir yıkım yaşandığı tebellür eder. Lakin iman sahipleri asla istikbalden ötürü mey’us olmaz; zira yeryüzünden gökyüzüne, küçükten büyüğe, gizliden açığa, canlıdan cansıza, maziden atiye, bilinenden bilinmeye, eskiden yeniye kâinatta her ne varsa Allah, ezeli ilmiyle çok iyi bilmektedir ve takdiri ilahi mutlaktır; karşı koymak gayrı kabildir.. Peygamberler, kitaplar ve önderler göndererek tarihe müdahale etmiştir. Böylece, rotasını şaşıran dünya gemisi tekrar doğru rotaya girmiştir. Rum suresinde insanın bozulmadan nasıl kurtulacağının şifresi bildirilmektedir:“ Öyleyse, hanif olarak bütün varlığınla Allah’ın insanları yarattığı fıtrata yönel. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur, ama insanların çoğu bilmez!”

İnsanı ve toplumu değişip dönüştürmenin en sahici ve en etkin yöntemi eğitimdir. Müslüman ülkelerin ve halkın yenilmesi, esir düşmesi, sömürülmesi hakiki bir mağlubiyet sayılmaz. Asıl mağlubiyet, galiplerin taklit edilerek Allah’a itimat, dine, inanca, geleceğe dair emeller kaybedilir, mücadele meydanı terkedilirse tahakkuk eder. İnanç ve umut, yaşadığı müddetçe galip gelme imkânı vardır. Burada mühim olan, vahyi iniş gayesine muvafık bir biçimde anlama, yaşama ve yakınlardan başlayarak başka insanlara ulaştırma bilinç, anlayış ve üretken bir pratiği öncelemektir. İslam’ın drahşan yüzünü hurafelere, batıl adetlere, tahrif ve tevillere teslim olmadan vahiyle gösterebilirsek dünyayı değiştirmek için gerekli kudrete sahibiz demektir. Allah’ın rahmeti, nusreti ve inayetinden ümidi kesmek, imandaki zafiyete delalet eder. Hz. Yakup’un göz aydınlığı oğlu Yusuf’un kanlı gömleğini aynel yakin görmesine, uzun yıllar oğlunu kaybetmenin acısıyla tahassür etmesine rağmen Mısır’a gönderdiği oğullarından Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini isteyerek şöyle dediği bildirilmektedir: “Evlatlarım! Gidin ve Yusuf ve kardeşini de araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Gerçek şu ki Allah’ın rahmetinden kâfirler dışında kimse ümit kesmez.”

Başka bir ayette de “Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin, çekişmeyin, başarısız olursunuz, gücünüz, kudretiniz, devletiniz gider. Sabredin, Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” denilmektedir. Bu iki ayette de revh kelimesi müştereken kullanılmıştır. Revh sözcüğü nusret, cür’et, cesaret, ciddiyet, devlet, kudret hiddet, inayet anlamlarına gelir. İki ayetten mefhum olan şey, Müslümanların iç çekişmelerle, münakaşa ve münazaalarla meşgul olmaları halinde öğrenilmiş çaresizliğe duçar olacakları, kuvvet, kudret, devlet, heybet ve ciddiyetlerini kaybederek ümitsizliğe düşecekleri hakikatidir. Günümüze bakalım; Müslüman’ın devleti, heybeti, kuvveti, kudreti, cür’eti, hiddeti kaldı mı? İşte ayet-i kerime bu duruma düşmeyelim diye asırlar evvel bizi ikaz etti lakin uyarıldığımız belaya müptela olduk. Çünkü Allah’ın toplumlar için koyduğu sünnetullah böyle icap ediyor.

“ İşte o günleri insanlar arasında dönderip duruyoruz ki bu, Allah hakiki iman edenleri ortaya çıkarsın ve sizden şahitler edinsin diyedir. Allah zalimleri sevmez!” Toplumsal değişim yasalarından birisi de hilafet / sulta/ hükümranlık vazifesinin milletler arasında tedavülde olduğudur. Helezonik tarih anlayışına göre toplumlar 120-150 yıllık bir tarih döngüsü içinde büyük değişimlere maruz kalmaktadır. Yani tarihsel akış, lineer(doğrusal ) değil helezonik ( sarmal/ kıvrımlı) bir biçimde tahakkuk eder. Tarihler, şahıslar, hadiseler araç –gereçler değişir ve fakat tarihin mevzusu ( tevhit –küfür, hak-batıl mücadelesi) fazlaca bir değişiklik göstermez.

Yeryüzünde hâkimiyet ila nihayet inkâr, isyan ve delaletin olmaz. Salih kulların yeryüzüne varis olacaklarına dair Allah’ın vaadi bulunmaktadır. Bugün yaşadığımız zillet hali kimseyi yanıltmasın. Hz. Nebi’nin beyanıyla ; “İslam yücedir; hiçbir din, ideoloji ona galebe çalamaz.” Hali hazırda İslam ülkelerindeki mevcut vaziyet bunu nakzediyor gibi görünse de durum böyledir. Müslümanların mahkûmiyet, mahrumiyet ve esareti – bahusus- İslam hukukunun terkedilmesi, aklın donuklaştırılması, rabbimizin tabiata koyduğu sünnetullahın birer yansıması olan müspet / deneysel bilimlerin terkedilmesi vb sebeplerin zorunlu bir neticesidir. Mevcut ahvale bu gözle bakar, meseleleri bu zaviyeden değerlendirirsek şartların zor, istikbalin karanlık görünmesine rağmen gelecekten ümit kesmemek lazım geldiğine anlarız.

Hz. Üzeyir (as) virane bir şehrin yakınında geçerken birden aklına ölümden sonra dirilişin nasıl olacağı düşüncesi gelir. Yıkılmış şehrin eski ihtişamlı, parlak ve hayat fışkıran günlerine dönmesi üzerinden ba’su ba’del mevt temsil edilir.  Hz Üzeyir, “ Allah, bunu öldükten sonra( bu hale gelmişken)  nasıl eski haline getirecek?” diye sormasının cevabı 100 yıllık bir ölümde gizlidir. Eşeği de ölür, etleri, derileri, kılları toprağa karışır; sadece kemikleri kalır. 100 sonra dirildiğinde yiyeceğinin, içeceğinin bozulmadığı haber verilir, eşeğinin ise iskelet haline dönüştüğünü görür. Diriliş, canlı bir örnek üzerinden gösterilir; evvel kemikler düzeltilir, üzeri etle kaplanır akabinde de derisi, kılları ve diğer eczası terkip edilerek canlı bir eşek meydana getirilir. Yiyecek ve içecek ise bozulmamıştır; hem de üzerinden yüz yıllık uzun bir zaman geçmesine rağmen.

Nahl suresindeki ayet bizim için daimi bir müjdedir: “Allah, semadan yağmuru indirdi. Sonra o yağmurla ölmüş olan yeryüzünü diriltti. Şüphesiz ki bunda kulak veren topluluk için bir ayet/ işaret vardır.” Artık, dünya ölçeğinde esamisi okunmayan, adeta ölmüş bulunan İslam’ın hükümranlığı günü gelince dirilerek hayat bulacaktır. Bozulmayan azık ise Vahiy ve onun tatbikatını havi olan sahih sünnettir. Tıpkı yukarıdaki ayeti kerimede söz edilen ölmüş toprağın dirilişi gibi olacaktır Ümmeti Muhammed’in dirilişi de. Yeter ki ilahi bir  nefha üfürülsün zamanın ruhuna.