Yaşadığımız düzen, her birimizi farklı şekillerde etkiliyor. "Ben yoruldum ve yenildim" diyerek, hayatın getirdikleriyle mücadelemizi özetleyebiliriz. Güven, neşe ve toplumsal baskılar arasındaki bu dengeyi korumak, zaman zaman tükenmişlik hissi yaratabilir. En son hangi insana güvendiğimi hatırlamıyorum. Bu cümle, pek çoğumuzun içinde taşıdığı bir yabancılaşmayı ve yalnızlığı ifade eder. İnsanlara güvenmek, onlara açılmak, zamanla zorlaşıyor. Çünkü defalarca yanıldık, hayal kırıklığına uğradık. Bu yüzden, kendimizi korumak adına içimize kapanıyoruz.
Gülümsemek ve neşeli olmak, toplumumuzda bazen yanlış anlaşılıyor. "Çok gülüyorsun" ya da "Niye bu kadar neşelisin?" gibi sorularla karşılaşıyoruz. Bu sorular, gülümsemenin zayıflık ya da psikolojik bir problem olarak algılandığını gösteriyor. Neşemizi ifade etmek, bazen toplumsal bir dirençle karşılaşıyor. Buna rağmen, gülümsemeyi sürdürmek bir direniş biçimi olabilir. İnsanlarımızın ağlamamızı, mahvolmamızı beklerken, biz inatla gülümsüyoruz. Bu, hayata karşı bir başkaldırı, kendi ruh halimizi koruma çabasıdır. Neşemizi kaybetmemek, içimizdeki umudu korumak adına önemlidir. Ancak, bu mücadele kolay değil. Bir yerden sonra, toplumun dayattığı düzen ve beklentiler ağır gelmeye başlıyor. Tahammül sınırlarımızı zorlayan bu durumlar karşısında, zaman zaman yenik düşüyoruz. Bu, sadece bireysel bir yenilgi değil, aynı zamanda toplumsal bir sorunun da göstergesidir. Bu mücadelede yorgun düşmek, aslında insan olmanın bir parçası. Ancak, bu yorgunluğu kabul etmek ve onunla yüzleşmek, yeni bir başlangıç noktası olabilir. İçimizdeki neşeyi, umudu korumak ve güveni yeniden inşa etmek, belki de en büyük zaferimiz olacak.