Mekke ….

 

Sessiz bomboş bir vaha …

 

Üç yolcu …

 

Yorgun bir halde bu boş vahada konaklar , Hz İbrahim , eşi Hz.Hacer validemiz ve oğulları henüz süt emmekte olan Hz.İbrahim' den başkası değildir bu yolcular  …

 

Hz. İbrahim , hanımı ve oğlu için biraz hurma ve bir miktar su bırakarak oradan ayrılır…

 

Yiyecek ve içeceğin bulunmadığı bu ıssız yerde kalmak Hz. Hacer annemize çok zor gelir . Ancak kendilerini oraya bırakmasını Hz. İbrahim ’ e  Cenab-ı Hak emrettiğine göre endişeye gerek yoktu. Çünkü rızkı veren Yüce  Allah (cc) elbette kendilerinin durumunu da görüyordu …

 

Bir zaman sonra Hz. İbrahim’in bıraktığı su bitti , Hz. İsmail  ağlamaya , su istemeye başladı , Hz Hacer annemiz ne yapacağını şaşırdı. Birini görebilmek ümidiyle Safa Tepesi ’ne çıktı. Kimseyi göremeyince de  Merve tepesine koştu , Safa ile Merve arasında koşmaya başladı. En son Merve Tepesi’ne çıktığında bir ses işitti, Hz. Cebrail’i (as) kanadıyla (bir rivayette ayağıyla) yeri kazıp şu çıkardığını gördü. Hz. Hacer anneniz  buna çok sevindi. Suyun aktığını görünce “Dur, dur!” manasında “Zem, zem!” dedi. Böylece oradan çıkan mübarek suyun adı zemzem olarak kaldı ….

 

Hâcer annemiz  ve oğlu Hz. İsmâil’e Yüce Allah’ın bir lütfu olarak ikram edilen zemzem Mekke toprağına bir canlılık getirdi. Kâbe yapıldıktan sonra da insanlar bu şehri ve Allah’ın evini ziyâret etmeye başladılar. Mekke, dînî ve ticârî bir merkez haline geldikten epey zaman sonra çevreden bazı zâlim ve çapulcular bu şehri ele geçirmek istediler. Hz. İsmâil’ın soyundan gelen güzel insanlar şehri ellerinden kaybedeceklerini anlayınca ;

 

” Bize yâr olmayacak olan zemzem, düşmanlarımızın eline de geçmesin.” diyerek   kuyuyu kapattılar, yerini de belirsiz bir hale getirdiler.

 

Karşılıklı çarpışmalar ve savaşlar uzun yıllar devam etti. Bir nesil gitti, diğer nesil geldi; onlar da gitti, sonrakiler geldi. Sonradan gelenler, düşmanlarını bertaraf ettiler ama dedeleri tarafından kaybedilen zemzemi bulamadılar.

 

Mekkeliler, zemzem kuyusu kapatıldıktan sonra açılan kuyulardan aldıkları sular ile idare ederek hayatlarını devam ettiriyorlardı. Bu durum, Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmüttalib’in, zemzem kuyusunu bulmasına kadar devam etti.

 

Abdülmüttalib, bir gün Kâbe’nin gölgesinde uyurken rüyâsında kendisine zemzem kuyusunun yeri gösterildi ve: ”Ey Abdülmüttalib! Kalk, burayı kaz!” denildi. Abdülmüttalib de kalktı ve biricik oğlu Hâris ile gösterilen yeri kazmaya başladı.

 

Abdülmüttalib, oğlu ve kendisinin çalışması ile işin ileri gitmediğini görünce de Mekkelilerden yardım istedi. Onlar da: ”Bizden önce burayı kazan ve zemzemi arayan çok kişi olmuş ama hiçbirisi bulamamış. Biz de boşuna kürek sallamayalım, boşuna yorulmayalım” derler.

 

Abdülmüttalib,kazı işini bırakmadan oğlu Hâris ile çalışmaya devam eder …

 

Ve Zem zem kuyusu bulunur , zem zem yine aynı coşku ile akmaya başlar…

 

Zem zem kuyusu kapatılırken düşman eline geçmemesi için ne kadar değerli altın gümüş varsa zem zem kuyusuna koyulup ağzı kapatılmıştır..

 

Şimdi bu çıkan değerli eşyalarda hak talep eder Mekke ' liler , Abdulmuttalip ve oğlu  Hâris ' i " siz iki kişisiniz bizimle baş edemezsiniz " diyerek tehdit ederler ve  çıkan eşyaları bölüşürler …

 

Bu durum Abdulmuttalip ' ın zoruna gider ve

 " Bir gün gelir de on oğlum olursa, onlardan birini kurban edeceğim ” der …

 

Nihayet yıllar sonra duası kabul olur ve  on oğlu olur.

 

Bir gece rüyasında " adağını yerine getir " diyerek uyandırılır ..

 

Sabahleyin bir koç kurban eder …

 

Ancak yine aynı rüya yine aynı ses " adağını yerine getir " diyerek uyandırılır ..

 

Sabahleyin bir sığır  kurban eder …

 

Ancak yine aynı rüya yine aynı ses " adağını yerine getir " diyerek yine uyandırılır ..

 

Sabahleyin bu kez deve kurban eder …

 

Ancak yine aynı rüya yine aynı ses " adağını yerine getir " diyerek yine uyandırılır ..

 

Öbür günkū rüyâsında kendisine yıllar önce yaptığı adağı hatırlatılır..

 

Abdülmüttalib de oğullarını toplayıp bu durumu onlara anlattır ,hepsi kurban olmaya hazır olduklarını söyler. İçlerinden birini seçip almakta zorlanan baba, oğulları arasında kur’a çeker , kur’a genç ve bekâr oğlu Abdullah’a çıkar .

 

Şimdi, Abdullah da çok yukarıdaki dedesi İsmâil gibi kurban edilmeye hazırdır. Ama Mekkeliler, bu işe karşı çıkarlar..

 

Abdülmüttalib’in oğlu Abdullah’ı kurban etmesinin bir gelenek haline gelmesinden korkarak  Abdülmüttalib’i bu işe bir çözüm bulması konusunda ikna ederler , Abdülmüttalib de çözüm arayışına çıkar ve çeşitli yerlere gider ,Medîne’de gittiği Arrâfe (bilgin kadın), kendisine şöyle bir soru sorar :

 

“Ey Abdülmüttalib! Sizin şehriniz Mekke’de kan bedeli nedir? Yani, birisi birisini öldürürse kâtil veya kâtilin tarafından alıp maktûlün tarafına verdiğiniz kan bedeli nedir? ”

 

Abdülmüttalib, bu soruya “Bizde kan bedeli on devedir.” diye cevap verir . Bu cevaptan sonra Arrâfe, probleme şöyle bir çözüm yolu getirir : “Ey Abdülmüttalib! Mekke’ye gidersin, on deve ile oğlun Abdullah arasında kur’a çekersin. Kur’a develere çıkarsa, on deveyi kurban eder oğlunu kurtarırsın. Kur’a oğluna çıkarsa, develerin sayısını on tane daha artırırsın. Kur’a, develere çıkıncaya kadar sayılarını onar onar artırarak yukarı doğru çıkarsın. Sonra da onları kurban eder, oğlunu kurtarırsın.”

 

Bu çözüm yolunu benimseyen Abdülmüttalib, hemen Mekke’ye döner ve getirdiği haber Mekkelileri de sevindirir..

 

 Abdülmüttalib, Arrâfe’nin öğrettiği çözümü gerçekleştirmek için develeri hazırlar ve herkesin gözü önünde oğlu ile on deve arasında kur’a çeker. İlk kur’a oğluna çıkınca develeri on tane artırır . Develer yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen, doksan olunca her seferinde kur’a Abdullah’a çıkar . Develer, yüz olunca kur’a develere çıkar , Abdülmüttalib de yüz deveyi kurban edip oğlunu kurtarır ..

 

Hz. Peygamber efendimiz, bu olayın gerçekliğini doğrulayarak şöyle buyurur: “Ben, iki kurbanlığın oğluyum.” (Hâkim, Müstedrek, II, 609)..

 

HAYIRLI BAYRAMLAR

CELALETTİN GÜNGÖR