İçinde bulunduğumuz 21 yüzyıl, sadece Müslüman toplumlardan değil, bütün toplumlardan  birçok güzel özelliği çekip aldı. Bu özelliklerden bir kısmı toplumsal normlarla alakalı iken bir kısmı da kişinin kendisiyle alakalıydı. İnsanlar için hem kendi öz ahlaki anlayışları hem de toplumdaki örfler birçok konuda düzenleyici ve idame edici hususiyet taşıyordu. Mesela haya, iffet, utanma vb. kavramlar toplumun ahlaki yapısını koruyucu bir etkiye sahipti. Yüz kızartıcı suçlar, büyük-küçük ahlaksızlıklar hayâsızca, ulu orta işlenemezdi. Sosyal hayatın tanziminde mahalle baskısı ve el-âlem ne der korkusu -müspet manada- insanları frenleyici bir mekanizmaydı. Milenyumlu yıllara kadar büyükşehirler hariç, Ramazan ayında, kimse sokakta, herkesin gözü önünde orucu yemezdi. Bugün, maalesef çokça şahit olduğumuz kıyafetler(kadın erkek fark etmez) evde bile giyilemezdi. Şeytan, nasıl ki, Hz. Âdem ile Hz. Havva’yı çıplaklık ve emre asi olmak üzerinde hataya düşürdüyse yaşadığımız çağda da aynı planı uyguladı ve ne acıdır ki –belki kendisinin bile beklemediği kadar- başarılı oldu. Hâlbuki Araf suresinde Rabbimiz bizi şu şekilde ikaz ediyordu: “Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne babanızı, ayıp yerlerini birbirine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve dostları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların arkadaşı yaptık”.

                1960 yılında Londra’da çekilen bir belgesel tüm dünyanın  nereden nereye geldiğini göstermesi açısından önemli bir görsel vesikadır. Belgeselde spiker bugün için çok normal bir kıyafeti  caddede geçen kadınlara göstererek giymek isteyip istemediklerini soruyor. Kadınların tamamı dudak bükerek “ asla giymem, hangi kadın giymek ister ki!” diyerek tepki gösteriyorlar. Ne hazindir ki yarım asır sonra dünya kimsenin hayal dahi edemeyeceği bir noktaya geldiği için çoğu insan bu gerçeğe inanmak istemiyor. Fakat hakikat bu, geldiğimiz yere bakar mısınız? 40 -50 yıl önce, büyükler büyüktü, küçükler küçük; erkekler erkekti, kadınlar kadın; insanlar insan, hayvanlar da hayvandı. Bütün mahlûkat hangi maksatla var edilmişse o mertebedeydi. Fıtrat henüz bozulmamıştı. Elbette yine inkâr, isyan azgınlık, savaş, acı, zulüm, haksızlık vardı; lakin yaratılıştan verilen fıtrat bu denli bozulmamıştı. İnsanlık tarihinde kadınların erkekleştiği, erkeklerin kadınlaştığı(hem gerçek hem de mecazi anlamda), insanoğlunun istifade etmesi için yaratılmış olan hayvanların sınıf atlayarak insanların kendisine hizmet ettiği bir mertebeye yükseldiği tuhaf ve ürkütücü bir dönem asla görülmedi. Resulullah’ın kıyamet alameti olarak haber verdiği kadının kendi efendisini doğurması hadisesi de çağımıza özgü bir olgu. Yok ataerkil, yok ana erkil toplum deyip dururken nihayet çocuk erkil bir toplumda karar kıldık. Her şeyin çocuklara göre tanzim edildiği bir dünya, tam da Efendimizin bildirdiği gerçeği mucizevi bir şekilde tasdik ediyor.

Yeryüzünde hâkimiyet ila nihayet  batılın olmaz. Salih kulların yeryüzüne varis olacaklarına dair Allah’ın vaadi bulunmaktadır. Bugün yaşadığımız mağlubiyet hali kimseyi yanıltmasın. Hz. Nebi’nin beyanıyla ; “İslam yücedir; hiçbir din, ideoloji ona galebe çalamaz.” Hali hazırda İslam ülkelerindeki mevcut vaziyet bunu nakzediyor gibi görünse de durum böyledir. Müslümanların bugünkü hali İslam hukukunun terkedilmesi, aklın donuklaştırılması, rabbimizin tabiata koyduğu sünnetullahın birer yansıması olan müspet / deneysel bilimlerin terkedilmesi vb sebeplerin zorunlu bir neticesidir.

Mevcut ahvale bu gözle bakar, meseleleri bu zaviyeden değerlendirirsek şartların zor, istikbalin karanlık görünmesine rağmen gelecekten ümit kesmemek gerektiğine yürekten inanırız.