İnfakın, dünyada ferdi ve sosyal bakımdan birçok faydaları bulunmaktadır. Ahiretteki faydası ise daha büyük olacaktır. Hiçbir alış-verişin, dostluğun, arkadaşlığın ve şefaatin fayda vermeyeceği gün ‘yarım hurma ile de olsa Cehennem ateşinden sakının’ diyen Sevgili Nebi(as) ne güzel söylemiş. Kur’an’da da kıyamet öncesi infak işlemek şu şekilde teşvik edilmektedir: “Ey iman edenler, alış verişin, dostluğun ve şefaatin fayda vermeyeceği bir gün( ahiret) gelmeden önce, verdiğimiz rızıklardan infak edin…”

       Sevdiğimiz, beğendiğimiz, kıymetli şeylerden infak etmeyi prensip haline getireceğiz: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hakiki manada iyiliğe nail olamazsınız” (Ali İmran-92).Artık ihtiyacımız kalmamış, gözden çıkardığımız ıskarta malları infak etmek doğru değildir. Kullanılabilir malların verilmesi de niyete bağlı olarak sevap kazandırabilir.

      Temiz ve helal şeylerden vereceğiz: “ Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve topraktan size verdiğimiz ürünlerin temiz ve helal olanlarından infak edin. Sakın ola kendinizin gönül hoşluğuyla alamayacağı adi, bayağı şeyleri infak etmeye kalkmayın. Biliniz ki Allah çok zengin ve şükrün karşılığını tastamam verendir” (Bakara-267).

         Nasıl ki kestiğimiz kurbanların kanları ve etleri Allah’a ulaşmıyor, takvamız ulaşıyorsa zekat veya sadakaların da bizatihi kendisi ulaşmaz sadece takvamız ulaşır.Binaen aleyh; infak ederken Allah’ın kabul edip etmeyeceği noktasında beyne’l havf ve’r reca arasında duracağız: “(O Müminler ki ) Rablerine dönecekleri inancından dolayı infaklarını kalpleri titreyerek yerine getirenlerdir” (Müminun-60).

         Büyük veya küçük, gizli veya açık olarak yaptığımız infakı, başa kalkarak veya yardım edilen kişiye o yardım altında ezildiği hissettirerek zayi etmeyeceğiz: “ Ey İman edenler sadakalarınızı başa kakarak ve eza –cefa vererek boşa düşürmeyin…” ( Bakara-264).Başka bir ayette böyle bir duruma düşmektense güzel bir söz söylemenin daha hayırlı olduğu tahtir edilmektedir: “Maruf bir söz ve insanların hatasını bağışlama arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah zengindir, Halim’dir.” ( Bakara-263).

        İnfakı gizli veya aleni bir surette ifa etmek caizdir. Gizli yapılan hayırlar günahlara kefaret olur. İnsanları hayra teşvik etmek gayesi güdülüyorsa açıktan verilerek bu sağlanabilir. Ancak bu, bir dernek, bir vakıf bünyesinde makam, mevki, statü kapmak için –illa maddi bir getiri olması da gerekmez, manevi bir yöneliş de buna dâhildir, yapılıyorsa amelin içine riya karışmış demektir. Bunu en iyi infakı yapan kişi bilir. Şayet infak açıktan yapıldığında riyaya giden bir yol açılıyorsa kimseye göstermemek en emin yol ve yöntemdir. İncil’de de “ sağ elin verdiğini sol elin bilmesin!” denilmiştir. Şayet açıktan yapılma sebebi insanları teşvik etmek veya hayır sahiplerinin itimadını temin ise bunda bir beis yoktur. “ Şayet hayır işlerini açıklar veya gizlerseniz veya bir kötülüğü bağışlarsanız şüphesiz ki Allah çok affeden, her şeye bir kader takdir edendir”.

       İnfak, Mümin’in mallarının korunması, çoğalması ve beden afiyetinin idame garantisi hükmündedir. Bir nevi full paket kaskodur. “ Allah faizi mahv eder, sadakaları ise arttırır…”. Yüce Allah rahmetini iman ehli, zekâtını veren muttaki kullarına tahsis edeceğini haber vermektedir: “ Bu dünyada ve ahirette bize iyilik yaz. Hakikat şu ki biz sana yönelmişizdir. (Allah) dedi ki: azabımı dilediğime isabet ettiririm. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Rahmetimi takvalı davrananlara, zekâtı verenlere tahsis edeceğim. Onlar zaten ayetlerime iman ederler”.

        Yüce Allah kendisine verilen borcu en güzel borç(karz-ı hasen) diyerek medh ediyor. Kim ki ihtiyaç sahibi Müslüman kardeşine müddet tahdit etmeksizin borç veriyorsa Allah’ın bu paraya bereket vereceğine tam manasıyla itimat etmelidir. İman, itimat etmektir. Rabbine itimat etmeyen kişi nasıl mümin olur! ( Burada günümüz ekonomik kurallarını da göz önünde bulundurularak değer kaybı olmayan altın seçilebilir. Para veren kişi zarara uğramış olur.) “ Kim Allah’a güzel bir borç( karşılık beklemeden, süre tehdit etmeden) verirse Allah bunu kat kat fazlasıyla öder. Rızka darlık veren de genişlik veren de Allah’tır. Siz de O’na döndürüleceksiniz”.

        İnsanın verirken büyük bir sevinç ve mutlulukla, gönül hoşnutluğuyla ifa etmesi veren zekât, sadaka gibi ibadetleri kerhen yapar hale gelmişse amelinin boşa çıkmasından korkulur. Zekât verilecek sekiz sınıf Tevbe suresinin 60. ayetinde sayılmaktadır. Hz. Ömer’in muvakkaten verdiği içtihat gereği askıya alınan müellefe-i kulüp (kalpleri ısındırılacak kişiler) günümüzde bal gibi de uygulanabilir. Maamafih, mezheplerdeki bu hüküm zamanın ve şartların tağayyürü ile değişmiştir. Günümüzde illete bakarak ayetin hükmü işlerlik kazanmalıdır: “ Zekât, ancak şu sınıfların hakkıdır: Yoksullar, düşkünler, sadaka toplamaya yetkili görevliler, müellefeyi kulup, köleler, borçlular, Allah yolunda (çalışanlar) ve yolda kalmış çaresizler. Allah’ın kat’i emri budur. Allah her şeyi bilen, bütün işlerini hikmetle yapandır”.

       Zekât emri önceki peygamberle ümmetlere de farz kılınmış en önemli amellerden birisidir. Hz. İsa, annesi Meryem’e iftira edildiğinde Yahudi din adamlarının sorularına kundakta bir beşik iken şu şekilde cevap vermişti: ‘ O Allah ki her nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe de namazı ve zekâtı emretti”. İnsanı Rabbinin mağfiretini kazandıran dört şarttan birisi de zekât vermektir.

        İnsanların mallarını haksız yere yiyen din adamlarından bahsedildiği bir vakıadır. Bunların insanların mallarını dini argümanları kullanarak yedikleri, kendileri için biriktirdikleri, Allah yolunda harcamadıkları dile getirilmekte, onlar şiddetle kınanmakta ve azaba duçar olacakları haber verilmektedir. “Onlar ki kendileri cimrilik yaparlar, başkalarına da cimrilik yapmalarını emrederler, Allah’ın lütfu kereminden verdiği nimetleri de gizlerler. Kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır”.

       Başkasının hayır işlemesine delalet eden kişi de aynen yapan kişi gibi mükâfat kazanır: “Kim bir iyiliğe şefaat ederse ondan bir payı olur”. Resulullah da hayrın yapılmasına delalet edenin hayrı yapan faili gibi sevap kazanacağını haber vermiştir. Müminler sadece elleri bollaştığında değil imkânları kısıtlı olduğunda da Allah için vermeyi bilmelidir. Bu sıfatlar, övülen Müminlerin özelliği olarak beyan edilmektedir. Ali İmran suresinde Cennet’e girecek Müminler ’in vasıfları sayılırken darlıkta ve bollukta vermeleri de zikredilir: “O Müminler ki bollukta da darlıkta da infak ederler. Öfkelerini kontrol edip insanlarının suçlarını bağışlarlar. Allah (böyle) iyileri sever”.

        İnfakta ölçüyü kaçırmak mezrumdur. Mümin kendini, ailesini ve mesuliyeti altında olan aile efradının geçimini de hesaba katarak hayırda bulunmalıdır. Elinde –avucunda ne varsa saçıp savurup ardından kendi el açmak, dilenmek zorunda kalan kişiler, Şeytan’ın kardeşleri olan tavsif edilmektedir. Mikyas bellidir, Müslüman ne elini tümden açar ne de kısar; ikisinin arasında orta bir yol tutar: “ Sakın olan elini boynuna bağlama, onu tümden de açma ( cimrilik de yapma, israf da etme) sonra kaybetmiş bir şekilde oturup kalırsın”.

        Kendileri hayır hasenat peşinde koşmadıkları gibi başka insanları da hayırdan uzaklaştırmaya, cimriliğe davet eden şahısları ahirette elim bir azap beklemektedir. Böyleleri toplumdaki ihtiyaç sahiplerine başkalarının sahip çıkmasına da tahammül edemezler: “ Onlara, Allah’ın verdiklerinden siz de infak edin denildiği zaman Kâfirler Müminlere derler ki

‘Allah’ın dilediği zaman doyuracağı kişileri biz mi doyuralım?’ Siz apaçık bir sapkınlık içindesiniz”.