Bugün 30 Nisan… Uluslararası Caz Günü. Dünya, cazın doğaçlamanın gücüne, derinliğine kulak verirken, ben Kırşehir’imde duyduğum derin bir tınıyla bu yazıyı kaleme alıyorum. Ne caz, ne de bozkırın ezgileri birbirine zıt şeyler değildir; aksine birbirlerini tamamlarlar. Her ikisi de doğrudan kalpten gelir, bir çığlık, bir türkü, bir sızı olmadan var olamaz.

Kırşehir, bu toprakların sesidir. Tıpkı caz gibi kendi içinde derindir, tıpkı caz gibi evrenseldir. Ve Kırşehir’in o bozkır topraklarında doğan her ses, bir anlam taşır. Neşet Ertaş’tan tutun da, ismi bilinmeyen, adı anılmayan nice ozanımıza, aşıklarımıza, şairlerimize kadar; her biri bir halk çığlığı, bir ruhun izidir. Onların seslerinde, en güzel caz melodilerinden daha fazla derinlik vardır; çünkü onlar, toprağın sesidir. Hakkı, adaleti, sevgiyi, acıyı, hasreti, umutla karışan hüzünleri bu topraklarda yazmışlardır.

Ben küçükken, her hanede bir saz sesi duymak, evin içinde yankılanan o naif tınıyı duymak çok sıradandı. Saz çalmak, deyiş dinlemek sadece bir hobi değil, bir kültürdü. Her hanelerde mutlaka bir bağlama çalan olurdu. Bu bir gelenekti, bir yaşama biçimiydi. Ben de solak olduğum için, çocukken saz çalmayı öğrenemedim, ancak abim saz çalardı ve bizde de saz çalan akrabalarımız, dayılarımız vardı. O tınılar bizimle büyüdü, içimizde yankılandı. Sazın sesi, yalnızca müzik değil; bir kültürün, bir geçmişin melodisiydi.
Bazen abimin çaldığı sazın tınısı, bazen de dayılarımızın bağlamadan yükselen melodisi içime işlerdi. O zamanlar, anlamasam da, her çaldıkları nağmeden bir şeyler duyardım. O melodiler, sadece bir müzik değil, aynı zamanda geçmişin ve anıların yansımasıydı.

Neşet Ertaş… O, Kırşehir’in en değerli seslerinden biridir.
Onun sesi, sadece bir müzik sesi değil, halkın kalbindeki duygulardır. Onun sesinde, ne kadar derin bir tarih yattığını, hangi acıları ve sevinçleri taşıdığını her dinlediğimde bir kez daha anlıyorum. Onun türkülerinde, Kırşehir’in, bozkırın ve bu toprakların sesini duyuyorum. O ses, bana her zaman “bu toprakların ruhu” demek oldu.
Neşet Ertaş’ın müziği, sadece bir şarkı değildi; o, benim geçmişimi, köklerimi bulmamı sağladı. Neşet Ertaş, halkının derdini anlatan bir ozan, bir halkın vicdanıydı. Onun sesi bana hep doğruyu gösterdi, beni hep en derin duygulara götürdü.

Ve biliyorum ki, Kırşehir sadece Neşet Ertaş ile değil, adını duymadığımız ama yüreklerinde birer destan taşıyan sayısız ozanla doludur. Ozanlarımız, aşıklarımız, şairlerimiz, her bir sesiyle bu toprakların varoluşunun ifadesidir. Onların her melodisi, bu topraklarda yaşayan insanların yüreğinden çıkmıştır. Belki isimleri bilinmez ama sesleri hiç unutulmaz.
Bizim için her saz çalan, her türkü söyleyen değerli ve özeldir. Çünkü onların her melodisi, bu topraklarda.

Bugün caz günü… Ama ben biliyorum ki, caz da olsa, bozlak da olsa; öz aynıdır:
İnsanın içinden çıkan saf duygu. Kırşehir’in ezgisi de böyledir. Gösterişsiz, ama derin. Sessiz ama içli. Ve tam da bu yüzden evrenseldir.

Ve Kırşehir, sadece bozkırın, türkülerinin, ozanlarının sesiyle değil, aynı zamanda hızla gelişen, kendini her geçen gün daha da ileriye taşıyan bir şehir olarak da bir değer taşır. Her gün yeni bir umutla büyüyen, okuma oranı artan, eğitimde ilerleyen, kültürel anlamda çeşitlenip zenginleşen bu şehir, geçmişinden aldığı güçle daha parlak bir geleceğe doğru yol alıyor.
Kırşehir, artık sadece bozkırın değil, yarının da şehridir. Her adımda daha çok gelişen, kendini yenileyen, kültürüne sahip çıkan, bir o kadar da dünyaya açılan bir şehir… Kırşehir, bugün sadece yerel kültürünü yaşatmakla kalmıyor; bir dünya kenti olma yolunda hızla ilerliyor. Her yıl düzenlenen festivaller, kültürel etkinlikler ve genç sanatçılara sunulan fırsatlar, bu şehri sanatıyla da buluşturuyor.

Kırşehir’in müziği, yalnızca sazın telinde değil; aynı zamanda her el işçiliğiyle dokunan halısında, her bakır tepside, her yöresel yemek tarifinde de yankı bulur. Kırşehir’in geleneksel yemekleri de tıpkı türküler gibi, yüzyıllardır bu toprakların hikayelerini anlatan birer mirastır. Kırşehir mutfağının unutulmaz lezzetleri, ona özgü geleneksel yemekler de bu şehrin kültürel kimliğini yansıtır.
Kırşehir’in bozkırları, belki de en anlamlı huzurun kaynağıdır. Sessiz, geniş, engin bir dünya. Her bakışta farklı bir hikâye barındırır. O bozkırın sakinliği, insanın yüreğine derin bir huzur bırakır. Kırşehir’in doğası, içindeki her duyguya ev sahipliği yapacak kadar geniştir; sakin, ama bir o kadar da anlamlı.

Ve bazen, geceyi sarıp sarmalayan bir tını olur, kulağımda çalan. Bir türkü, bir melodi… O an, zamanın durduğunu hissederim. Sanki o an, her şey geçmişe, tüm o hatıralara dönüşür. Neşet Ertaş’ın bir türküsünü dinlediğimde, sanki her nota, o bozkırın kalbindeki duyguyu taşır. Bazen gözlerim dolar; o an, hem geçmişi hem de bugünü içinde barındırır.

Kırşehir, bir şehri anlatan yalnızca sesler, türkülerin melodileri değil; aynı zamanda geçmişinin derinliklerinden gelen hikayelerdir. Tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bu topraklar, Ahi Evran’ın öğretilerinin izlerini taşıyor. Ahi kültürü, ticaretin, ahlâkın ve dayanışmanın birleşimi olarak bu şehirde yankı bulmuş, zamanla halkın ruhuna işlemiştir. Ahi Evran’ın ‘Elinle ve dilinle doğruluktan ayrılma’ öğüdü, bu şehrin her noktasında hâlâ yaşatılmakta, Kırşehir’in özüdür.

Kırşehir, artık sadece geçmişin izlerini taşımakla kalmıyor, aynı zamanda sanatı ve kültürü her geçen gün daha da ileriye taşıyor. Her yıl düzenlenen festival ve etkinlikler, genç sanatçılara kendilerini ifade etme fırsatı sunuyor. Kırşehir, artık bir sanat merkezi olma yolunda hızla ilerliyor.

Ve bugün, bu topraklarda doğmuş, sesini bozkırın yüce dağlarına duyurmuş her sanatçıya, her saz çalana, her ozana olan minnettarlığımı bir kez daha dile getiriyorum. Kırşehir, sadece bir şehir değil, bir duygudur. Kırşehir’in her türküsünde, her sözünde, her ezgisinde bu toprakların ruhunu buluyorum. Ve yıllar sonra da bu satırları okuyan herkesin, Kırşehir’in ruhunu içinde hissedeceğinden eminim. Çünkü biz, bu topraklarda yaşamak ne demek çok iyi biliyoruz.

"Bir şehirde doğan her ses, bir halkın kalp atışıdır. Her türkü, her nota, her melodinin peşinden bir tarih gelir. Biz, bu topraklarda sesimizin ne kadar derin olduğunu hep hissettik. Kırşehir’in ezgileri, ne kadar büyürse büyüsün, hep kendi içimizde bir yer tutar. Bir gün hatırlanacaksa, o hatırlanış sadece adı değil, ruhuyla anılacak bir şehri, bir halkı, bir kültürü yaşatmanın çabasıdır."