Bugün sizlere Felsefe ve Sosyoloji öğretmeni hemşerimiz Ramazan Çakır’ın Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş kitabında Enver Paşa’nın bugüne kadar kamuoyunca bilinmeyen yönlerini kaleme aldığı bölümünü geçen haftadan kaldığımız yerden yazmaya devam edeceğim.

Enver Paşa’nın asker kaçağı olarak harp divanına verdiği takımının hepsi şehit olmuş takım komutanı çocuğu sorgulayan divanı harp heyeti savaşın ve felaketin tüm acı koşullarını biliyor, zaten içinde yaşıyorlardı. Çocuğun durumunu öğrenince, içlerinde acıma ve suçsuzluk hissi doğmuştu. Belki bir zafer kazanılır da Enver Paşa’ya çocuğu affettiririz hissi doğmuş, emri geciktirmeyi düşünüyorlardı.

O gün Enve’ri sevindirecek bir zafer kazanılmamıştı. Ertesi gün tekrar fırka karargahına gelen Enver Paşa, “Ne oldu o bizim kaçağı kurşuna dizdiniz mi?” diye sordu. “Sorguluyoruz efendim.” Dediler. Ancak Enver’e itiraz edilemezdi, itiraz demek kendi kafalarına kurşun yemek demekti. Zaten çocuk sorgulamak için değil öldürülmek için getirilmişti. Enver Paşa emrin yerine getirilmesini tekrarlayınca, yapacak şey kalmamıştı. Çocuk fırkanın muhafız bölüğüne teslim edildi. Zavallıya artık Allah rahmet eylesin denilebilirdi. Şimdi kurşuna dizilen bu çocuğu divanı harpte sorgulayan Köprülü Şerif Beye verelim sözü:

“Hala o fersiz gözleri, zayıf ve bitkin, iki bacak üstünde güçlükle duran iki avuçluk vücut ağızı, ince kolları ve bükülen boynu gözlerimin önünden gitmiyor… Onu da Enver gibi bir ana doğurmuş, beşiğini sallamıştı. Bu günahsız ve hızlı gelen zulmün şehidi bize hep iç sızısı oldu. Nice ordular dağıtan, ocaklar söndüren bir uğursuzun beceriksizlik ve bilgisizliğini örtmek için sert disiplin adına verdiği emirle, şimdi suçsuz ve günahsız biri kurşuna diziliyordu…

Şerif Bey şöyle bağlamış: “… Fakat Sarıkamış sırtlarında kendisi bile barınacak bir kovuk, gırtlağına sokacak bir lokma ekmek bulamadığı farklı bir günde, zaten kış ve yoksulluk ordunun dörtte üçünü kemirmişken, şu zavallı çocuğu talihsiz annesi çok görmesi kadar büyük cinayet olamazdı….”(Sarıkamış, s.233)

Köprülü Şerif Bey Sarıkamış harekatının son sahnesini de yazmış. Şimdi karşımızda Hafız Hakkı Paşa vardı: “22 Aralık 1914 Keskin soğuk hepimizi titretiyor. Erler ormanlar içinde yakacak bir kuru çam dalı bulamıyorlar. Tam bu sırada Hafız Hakkı Paşa geldi. Her zamanki gülümsemesiyle: “Her şey bitti” dedi. Evet her şey bitmiş ve yine burada çam diplerinde, dereler içinde, karlar altında sonsuz bir rüyanın mutluluğuna kavuşan binlerce TÜRK’ÜN KANI VE CANI, MİLLETİN ONURU, TARİHİ VE DİNİ kurtulmuştu. Fakat şu çirkin hayatın namuslarını şehitlik nimetiyle kurtaran zulme uğramış binlerce Türk’ün övündüğü hava içinde ve Sarıkamış ormanlarını bir büyü ile büyülemiş yarım kalmış bir isteği kalmıştı. Bu kaleme gelmeyen büyük şey geleceğin öz Türk çocuklarına sanki bir öğüttü: “ Cinayet var, caniniyi aramayacak, hıyanet var sahibini bulmayacak mısın?”

Enver Paşa kazanamadı çünkü askerlik yeteneği yoktu, askerin psikolajisinden de bihaberdi. Sarayın damadı olması dışında Başkomutan olacak hiçbir askeri başarısı yoktu. 90.000 kişilik bir ordu dönemin en iyi en profesyonelleriydiler yüksek savaş deneyimi olan Yemen birlikleri idi. Bu doksan bin kişi tek suçları itaat etmek ve vatanı sevmekti. Yazlık elbise gerekli iklim intibak koşulları sağlanmadan gerekli lojistik destek ve planlaması yapılmadan 2813 km yaya intikalle ölüme gittiler… Allah rahmet eylesin mekanları cennet olsun…

Kaynaklar: Köprülü Şerif (İlden), Sarıkamış haz. Sami Önal

Murat Bardakçı, Hafız Hakkın Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü…