İslam dininde en mühim ibadetlerden birisi de infaktır. İnfak; farz olan zekât, sadaka, kefaret, fidye nezir vb. türlere şamil olan umumi bir kavramdır. Müslüman şahsın malları ve imkânlarından ailesini, ana-babasını, yakın ve uzak akrabalarını, fakirleri, yoksulları, mahrumları, yetimleri, dulları ve borçluları yararlandırmasıdır. İnfak kavramı bütün rızıkları ve nimetleri paylaşmak olarak anlaşılmalıdır. İnfakta bakmakla yükümlü olduğumuz kişiler muaf tutulamaz. Aksine kişinin en hayırlı harcamaları ehl u iyaline yaptığıdır. Örneğin Bakara suresinde hayır hasenatta bulunulacak kişilere sorulan cevapta şöyle bir tasrihat bulunmaktadır: “Sana, neyi infak edecekleri hakkında istifsarda bulunuyorlar. De ki : ‘Hayır namına her ne yaparsanız ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara (yapabilirsiniz). Hayır olarak ne işlerseniz, şüphesiz ki Allah onu bilmektedir” ( Bakara-215).

Sadece sahip olduğumuz maddi varlıklar değil diğer manevi varlıklarımız da infak kavramına dâhildir. “Elif. Lam. Mim. Bu Kitap kendisinde hiçbir şüphe olmayan, muttakiler için hidayet kaynağı bir kitaptır muttakiler ki ğayba iman eder, namazı ikame eder kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler” (Bakara-1,2,3).

Yüce Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla işlenen infak, sadece ahirete yönelik değildir. Bu dünyada iken hayatımızın herhangi bir döneminde de faydasını görürüz. Kimi zaman bunun farkına varırken kimi zaman farkında bile olmayız. İnfak, kulun Rabbine karşı şükür vazifesini ifa etmesini ifade eder. İbrahim suresinde Rabbimiz, şükrün mukabilinde verdiği nimetleri arttıracağını bildirmektedir. “ Rabbiniz şöyle ilan etti: Eğer şükrederseniz elbette size verdiğim nimetleri arttırırım. Şayet nankörlük ederseniz şüphesiz ki azabım çok şiddetlidir.”

Bakara suresinde infak, namazla birlikte Müminlerin mümeyyiz vasfı olarak zikredilmiştir. İslam’ın beş temel esasından birisi de zekâttır. Resulullah, İslam’ın beş erkân üzerine mebni olduğunu şu şekilde ifade etmiştir: “ İslam, beş şey üzerine bina edilmiştir. Kelime-yi şehadet, namazı ikame etmek, Ramazan orucunu tutmak, zekât vermek ve hac ibadetini yerine getirmek.” Kuran’-ı Kerim’de namaz ibadeti, zekâtla mültesak bir biçimde varid olmaktadır. Hangi ayette namaz emri var ise zekât da ardından gelmektedir. “Namazı ikame edin, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.” (Bakara:43).

Namaz nasıl ki bedeni ve ruhu terbiye aracı ise zekât da hem duyguları terbiye eder hem de imanın kalbe iyice yerleşmesine vesile olur. Zekât, toplumdaki sosyal tabakalar arası uçurumu azalttığı gibi zengin arasındaki kardeşlik bağlarının pekişmesini sağlar. Namaz, toplumsal yönü bulunmakla birlikte- ki camide ve cemaatle birlikte kılınması çok mühimdir-

daha çok ferdi yönü ön plana çıkan bir ibadet iken zekât hem mali hem bedeni vechesi bulunan toplumsal bir ibadet olarak ön plana çıkmaktadır.

Namaz; hakkıyla ikame edilirse hem kişinin manevi ahvalini tahsin eder hem de kulu Allah’ın diğer kullarına karşı daha hayırhah olma yönünde yönlendirir. Adeta Müslüman’ın manevi alıcıları açılır, Rabbimizin razı olacağı salih ameller işlemek kalbine ilham olunur. Bu, büyük bir lütfu ilahidir. İşte ilahi rızaya karşı alıcıları açılan şahıs Allah’ın diğer kullarına ihsanda bulunma hususunda daha mürağıb olacaktır. Namazla arası iyi olanın zekâtla da arasının iyi olması umulur. Aralarında doğrusal bir ilişki vardır. Namaz ve zekâtı kuvvetli olanın takvası, ihlası, huşusu ve artar, nihayetinde de imanı artar.

(İnfak mevzusuna devam edeceğiz)