Zamanın birinde bir genç, evlendikten bir ay sonra, müftü olmak için, ata binerek İstanbul 'a gider. Uzun yıllar tahsil görür. Diplomasını aldıktan sonra, omzuna bir de tek atar tüfek alarak memleketine dönmeye karar verir. Gelirken bir köye misafir olur. Ev sahibi gönül ehli, kamil bir adam. Hoş sohbet, tanıştıktan sonra, yeni müftüye "Sana bir soru soracağım oğlum. İlmin başı nedir "diye bir soru sorar. "Bismillah, Elhâmdülillâh, Lâilahe illâllah "desede bir türlü doğru cevabı bulamaz. "Oğlum bana bir yıl çiftçilik yaparsan, sana doğru cevabı veririm "der. Genç düşünür, "Yıllarca ilim tahsil ettim. Bu sorunun cevabını bilemezsem, neye yararım "?diye hizmet etmeye karar verir. Her gelecek şey yakın. Vakit çabuk geçer. Ev sahibi "Oğlum ilmin başı sabırdır "der. Genç içinden "Beni bunun için mi çalıştırdın "diye öfkelense de olan olmuştur. Köyüne bir gece vakti döner. Evini bulur. Pencereyi aralar. Bir de ne görsün? Köşede bir delikanlı yatıyor. Hemen silahı doğrultur. Tam tetiği çekeceği an "sabır "kelimesini hatırlar. Eskiden köy odaları vardı. Radyo, tv olmadığı için, geç vakte kadar oturur, sohbet edilirdi. Köy odasına varır, kendini tanıtır. Onlar da "Yavrum, sen gittikten sonra bir oğlun oldu. Annesiyle beraber kalıyor "deyince, gözlerinden şimşekler çakar. Beyninden vurulmuşa döner. Var ol amca, var ol, Allah senden razı olsun. Eğer sabretmeseydim, kendi çocuğumu vuracaktım. "diye sevinç çığlıkları atar.