Anadolu insanı ızdırap ve acıların nicesini yaşadı. Bu toprakları vatanlaştırmak uğruna nice canlardan vaz geçti. Bin yıldır onu elinde tutmak adına ne acılara göğüs gerdi. Bir taraftan vatanına kast edenlerin yaşattıkları, bir taraftan tabii hadiselerden doğan ızdıraplar onu bu topraklarla yoğurdu, mezc eyledi. Yani bu topraklarla iç içe geçti, kök saldı. Onu yâr etti kendine, o da severek ve isteyerek yâr  oldu Türk insanına. Türk insanı, kan verdi, can verdi yârine, yâri için serden geçti. Yani Türk milleti, bin yıldır vatan olarak seçtiği bu toprakları, canı bildi, özü bildi. Ondan ne gelirse başına taç bildi. Bir biri ile o kadar aynileştiler ki, Anadolu ondan, o da Anadolu'dan vaz geçmez. Bu sebeple, ne olursa olsun bu aziz vatanın kahrını da acısını da hoş gördü. Ne de olsa Yüce Yâr Yaratan'dan bildi ve öyle inandı, şeksiz şüphesiz.

Hakikaten 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi çok büyük bir yıkım oldu. Büyük bir sahada 10 vilayette yıkıma, bir kaç vilayette tahribata sebep oldu, bir çok vilayette derin izler bıraktı. Elli bine yakın insanımızın can vermesine, on binlercesinin de yaralanmasına sebep oldu. 13 milyonun yaşadığı vatan parçasında büyük bir yıkım yaptı. Tarifi imkânsız acılar yaşattı. Vatanın geri kalanını büyük bir yasa boğdu.

Ama neyleriz ki takdir-i ilahî böyledir. Buna katlanmak kul olarak boyun borcumuzdur. Zira ezelde insan olarak buna söz verdik. Yani kulluğu kabul ettik. Kul olmanın manasında boyun bükmek var. Allah’tan ne gelirse boyun eğmek gerek. Zira biz kulluğu kabûl ederken bunu bilerek söz verdik. Zaten gerek bu dünyada gerekse öbür dünyada tek ve yalnız hükümran Allah’tır. Mülk onun, varlık onun, hüküm de onundur. Asıl olan bu hüküm karşısında bizim tavrımız, ortaya koyduğumuz kulluk göstergemizdir. Bizim kul oluşumuzu belirleyen de bu tavrımızdır. Biz buna göre muamele görürüz, yaptıklarımız buna göre değer bulur.

Kur’an-ı Kerim insanlık tarihinde bunun çok örneklerini verir. Allah’ın hükmüne razı olanlarla olamayanlardan ibretlik hakiki hikayeler sunar. Meydana gelen tabii hadiseler karşısında, bize kulluk imtihanını kazananlarla kazanamayanları anlatır. Hem ayrı ayrı itaatlerini hem de itaatsizliklerini ortaya koyar. Boyun bükenlerle isyana düşenleri netice itibariyle karşılaştırarak verir. Devir devir, hemen her peygamber döneminden itaatkârlık ya da isyankârlık tabloları sergiler. Düştükleri durumları, yaşadıklarıyla ve karşılık olarak gördükleriyle sergiler.

İşte biz de 6 Şubat depreminde denendik. Kulluğumuzla denendik. En azından böyle yorumlamamız gerek. Çünkü bilmiyoruz ki, bizim açımızdan, bu elim tabii hadisenin meydana gelişindeki sebep nedir? İmtihan mıdır, yoksa bizden kaynaklanan bir kulluk noksanlığı mıdır? Bunu sadece Allah bilir. Herhangi bir hükme varmamız yanlış olur. Ama biz kendimizi yoklamamız bakımından, yani iyilik, güzellik ve sevaplarımızı artırmamız, hata ve günahlarımızı bırakmamız için bir ikaz olarak da değerlendirebileceğimiz gibi kulluğumuzdaki samimiyetimizin denenmesi manasına da yorumlayabiliriz.

Fakat şurasını da hiç bir zaman aklımızdan çıkarmayalım ki, nasıl yorumlarsak yorumlayalım, başımıza gelenlerin hepsi kendi davranışlarımızın neticesidir. Yani depreme karşı aldığımız tedbirlerle doğrudan bağlantılıdır. Allah bu tabii hadiseleri yaratır da biz tedbirsizlikten dolayı başımıza ne geleceğini bildiğimiz halde vurdum duymaz davranırsak imtihanı kaybetmişiz demektir. Hem olumsuz neticelere sebep olmaktan vebalde kalmış oluruz hem de ızdıraplar yaşamaya sebep olmuş oluruz. Bunu zaten bir önceki yazımızda genişçe izah ettik.

Adıyaman'da yaklaşık 25 gün görev yaptım. Depremzede kardeşlerimize, görevli sayısı 400’ü bulan ekiplerimizle yardımcı olmaya çalıştım. Depremzede kardeşlerimizle daima yüz yüze idik. Orada büyük bir tevekkül gördüm. Zaman zaman cenaze definlerinde, zaman zaman yardım dağıtımı ve çadır ziyaretlerimizde konuştuğumuzda, kader inancının güçlü olduğunu gördüm. Onlardan, Allah’tan gelene razı olmak gerektiğini hep işittim. Niceleri vardı, anne, baba, kardeş gibi yakın ve uzak bir çok kaybı olduğu halde, mal, mülk, varlık olarak çok kayıplar yaşadıkları halde tevekkülü, kadere teslimiyeti, sabrı, şükrü ve hamdi hiç bırakmadıklarını gördüm. Bizi, Yaratan yanında yücelten de budur işte.

Bir taraftan Rabb’imizin yarattığı tabii hadiseler karşısında tedbir almamız gerektiğini düşünerek, bu bilinçle üzerimize düşeni yerine getirme mecburiyetinde olduğumuzu, diğer taraftan güç yetiremediğimiz hadiseler karşısında tevekkül, sabır ve şükrümüzü bırakmamamız gerektiğini asla unutmayacağız.

Unutmayalım ki bu konudaki en küçük zaafımız bizi hem mânen hem de maddî ve sosyal olarak zayıf düşürecektir. Manevi zafiyet dayanma gücümüzü yok eder. Umutsuzlukları artırır, sebatı tüketir. Maddi zafiyet yokluk demektir, çaresizlik demektir. Kendi özündeki gücü görememek demektir. Sosyal zafiyet, birlik, kardeşlik, yardımlaşma, paylaşma duygularının körelmesine sebep olur. Ferdiyetçiliği tetikler. Kardeşini öncelemeyi (isar) unutturur. Felâket zamanlarında mağdurların yalnız kalmasına sebep olur. Bütün bunlar İnanç ve imanımızın katiyyen kabul etmediği şeylerdir.

(Devam Edecek...)