Latif Onur Uğur

Nabizâde Nâzım (1862-1893) Tanzimat dönemi Osmanlı-Türk yazarıdır. Şiir, anı, hikâye, roman türlerinde ve bilimsel konularda eserler veren Nabizade Nazım, ilk Türkçe gerçekçi köy romanı olarak kabul edilen Karabibik’in ve Türk edebiyatındaki ilk natüralist, tezli ve psikolojik roman denemesi olan Zehra’nın yazarıdır.

“Zehra” (1894), bir psikolojik roman denemesidir. Bu romanda Şehzadebaşı tiyatrolarının tulumbacı kahvelerini, kadın kavgalarını gerçekçi bir görüşle aktarmıştır. Eser, bir psikolojik roman kabul edilmez ama Türk edebiyatında psikoloji öğelerinin kullanıldığı ilk roman kabul edilir. Yazar, romandaki esas vakanın kıskançlık üzerine kurulmasından dolayı birtakım psikolojik inceleme ve gözlemlerde de bulunmuştur. Ayrıca Türk edebiyatında psikolojik muhtevalı ilk roman kabul edilen, ancak yazarın ölümünden sonra yayımlanabilen Zehra, Nâmık Kemal’in İntibah’ı ile Servet-i Fünûn devri romanı arasında dikkate değer bir merhale teşkil eder. Devrin yaygın temayülü dolayısıyla entrika unsuruna aşırı bir şekilde yer verilmesi ve trajik biçimde son bulması Zehra hakkındaki eleştirilerin esas kaynağı olmasına rağmen eser devrine göre modern bir roman görünümündedir. Çağdaşı olan diğer yazarlara göre nispeten sade bir dili yakalamaya çalışan romancı üslûp itibariyle de Nâmık Kemal’in izinden gitmiştir. Benim okuduğum nüsha İş Bankası Türk Edebiyatı Klasikleri içinde yer alan ve Esra Derya Dilek’in günümüz Türkçesine adapte ettiği metindi. Çok rahat okunuyor ve güzel anlaşılıyordu.

Romanda, Tanzimat sonrası İstanbul'da yaşayan bir aile konu edilir. Romanın kahramanı Zehra, Şevket adlı bir tüccarın kızıdır. Küçük yaşta annesi ölmüştür. Babasının kâtibi Suphi ile evlenir. Çift, başlangıçta mutlu bir evlilik sürer. Suphi'nin annesi eve, Sırrıcemal adlı bir cariye getirdiğinde Zehra'nın kıskançlığı nedeniyle mutlulukları bozulur. Zehra'nın babası Şevket Bey öldüğünde Suphi, onun ticarethanesinin yönetimini üstlenir; Zehra'nın kıskançlıklarından bıkar ve Sırrıcemal ile nikâh kıyıp ona ayrı bir ev açar. Suphi artık o evde yaşamaya başlar; bir süre sonra da Zehra'dan boşanmak ister. Öç almak isteyen Zehra, Ürani adlı düşkün bir Rum kadınını Suphi'yi baştan çıkarmakla görevlendirir. Ona aşık olan Suphi, artık evine ve işyerine uğramaz. Kocasının ortadan kayboluşuna çok üzülen Sırrıcemal çocuğunu düşürür ve intihar eder… Konu trajik şekilde gelişir ve nihayetlenir. Tabii merakınızı azaltmamak için sonuçta neler olduğunu belirtmiyorum. Bizzat okuduğunuzda girift kurgunun ne denli güzel olduğunu zaten göreceksiniz. Hele Tanzimatın son dönemlerinde bunun başarılmış olmasıyla gurur da duyacaksınız.

Tadımlıklarımıza gelince. Kitabın giriş bölümünde Boğaziçi’nin güzellikleri anlatılıyor ve bir de güzel şiir (unutmadan Nabizade’nin iyi bir şair olduğunu da burada belirtelim), o akşam fasıl yapan takım tarafından söyleniyor; “Boğaziçi bir tabiat güzeli kadar sevimlidir desek güzelliğini derli toplu tasvir edip özetlemiş olamayız. Uzun uzadıya tasvire çalışmak da, zaman izin vermeyeceğinden, bir fayda sağlamaz. (…) Evet! Hemen tüm Boğaziçi bu gece kayıklanmış veya sandallanmıştı”.

Gökyüzü öyle berrak, deniz öyle temiz ve düz ki / Gök, denizden ayrılmış yada gökyüzü deniz olmuş sanki

Göğün denizdeki yansıması safa içinde safadır / Yerin yansıması yukarıdaki aynada ömür uzatır…

“Düşünce, ihtimallerin yürüyüş alanının köşesini bucağını araştıra araştıra gerisinden gelmekte olan sevdaya emin bir yol açar. Bu yürüyüşün sonu ya bir meydan muharebesi yada bir istirahattir. Sevda muharebesi pek müthiş, pek acıklıdır. İstirahatinde de emniyet aramamalıdır; emniyet hizmetleri, ne derecede tedbirli ve uyanık olarak yerine getirilse de”.

Evde eşi varken ikinci bir kadına meyleden Suphi’nin düşünceleri; “Suphi’nin gözlerini bir sevda buharı bürümüş, etrafını yoğun bir heves bulutu sarmıştı. Ne geçmişini hatırlayabiliyor, ne bugününü görüyordu. Üç zamandan ona malum olanı gelecek zamandı; gözünde her şeyi, her ümidi gelecekten ibaretti. Her beklediği gelecekti: “Ah, ne zaman Sırrıcemal’i kollarımın arasına alabileceğim ?..” işte bu kadar”.

Suphi’yi safahata sürükleyen ve sonunu getirecek temel düşünceler, onun fikrine göre şöyleydi; “Dünyada yaşayış neden ibaretti? Bu genç yaşında da zevk ve sefa süremedikten sonra niçin dünyaya gelmeliydi? Ayıplayacaklarmış!..  Adaam! Şu zevk ve sefa ne kadar geçici olsa yine dünyanın yorgunluklarından hayırlıydı ya”.

Sonunda Suphi’nin, Zehra’nın yönlendirmeleri ve düzenleri ile geleceği durumu kitabı okuyunca göreceksiniz. Bu kitap okunmadan Tanzimat Dönemi romanı hakkında tam fikir sahibi olmak mümkün olamayacağı için hemen okuma planınıza dahil etmenizi öneriyor, Nazım’ın iki eserinden daha yakın zamanda söz edeceğimi ekliyorum. Güzel okumalar dileklerimle…