Ne oldu bize bir türlü kendimize gelemedik. Sanki üzerimizde Nuh'un gemisi, Lut aleyhisselamın kavminin günahları yüklü.  Hep depremlerin felaketlerin oluşumunu coğrafi olaylara fay kırılmalarına afata sel yangına verdik de hiç kendimizde sebeplerini nedenlerini araştırmadık. Allah cc Nuh aleyhisselamın kavmini sel afatı ile Lut aleyhisselamın kavmini depremlerde yer göçükleri ile yerle bir etti. Firavunu ve kavmini helak eder iken Musa aleyhi selama denizleri yarıp yol yaparken firavunu aynı denizde helak etti.

  İbrahim aleyhisselama ateşi gül bahçesi ederken Nemrutun beynine giren bir sinekle helak etti.

   Ey Müslüman kardeşim bizlerde daha hala kendimize gelmedik koşup durduk mallarımızın mülklerimizin servetlerimizin peşinde koşmaktan Allaha yakışan bir kul nede doğru bir yol bulabildik. And olsun, biz Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi.” (Ankebut, 14). “

  Demek ki Allah cc kullarına felaketleri birden bire göndermiyor kuluna çeşitli şekillerde yollar gösterip ikaz ediyor uyarıyor, küçük olaylarla kazalarla belalarla. Kulum kendine gel diyor. Hala kul kendi yolunda kendi sevdasında, her şey sizin onun için dünyanın nimetleri malları, evlatlarımız anne ve babalarımız her şey güzel. Hatta kızlarımız açılıp şirin gözükecek kadar sanki defilede gibi çarşıda gezme cüret ve cesaretini gösterecek kadarı. Ama yine de gelemiyoruz kendimize belki bu musibetler bizi hep asırlarca yıllarca denemeden ve imtihanlardan sonra geldi.

    Bundan bir yıl kadar içeri kapanıp bir hayli imtihan edildik korana bizi yakalayacak korkusu ile yaşayıp dışarı bile çıkamadık. Hemen akabinde depremlerde imtihan olup sayısız canlarımız kayıp oldu. Daha önceki hastalık ve mikrop korkusu ile dışarı çıkamaz iken, şimdi depremler nedeni ile içeri bile giremez olduk.

    Oysaki ne kaçacak bir yerimiz nede karşı koyacak bir gücümüz bile yoktu. Ne Allaha kul nede resulünün sünnetine uyan biri bile olamadık. Hiç bilmedik ki neden çoğaldı bu gibi musibetler, ne nimetlerin kıymetini bildik nede şükrümüzü ifa edebildik. Karşı koyup dur deprem deme gücümüz var mı yok yedi düvelle beraber olsak durdurma imkânımız var mı yok. Bütün düzeneklerimizi kursak durduracak imkânımız var mı yok. Ne kadarımız dua edip yakarıştayız ne zaman tövbe edip kendimize geldik. O Da yok, yok velhasıl kelam öyle ise derman aratan ve yine bizleri uyaran Rabbimize hamdüsenalar olsun. İnsanoğlu yaratılış itibari ile kendisini çok güçlü hisseden her şeye güç yetirecek kuvvete sahibim dediği halde hiç bir şeye karşı gelecek gücümüz yok. Öyle ise şükür yok zikir hiç yok, tövbe edip kendimize gelmek hiç yok. Öyle bir imtihan ediliyoruz ki nerden geldiğini nereye gideceğimizi bilmeden.  Denizde ki dalga gibi atılıyoruz oradan oraya biraz kendimize gelir gibi oluyoruz. Bir anda unutuyoruz her şeyi.  Dalıyoruz dünyanın zevki sefasına bilmiyoruz ki, gerçek olan iki şey var doğum ve ölüm. Var oluş yok oluş.  Bu ikisinin arasında ya Allaha yakışır kul ya da günahlar içerisinde dönüp duran birisiyiz.

    İster derya ister deniz ol durmadan ak dol, boşal her şey boş. Dünyanın en güzel mal, mülk servetleri senin olsun. Bir saniyede elinden kayıp gider. Sana kalan tek şey hayırlı bil güzel bir amel. Sözün özü senin Okan boğazından geçen malın, örtüsünün kısmetin seni karşılayacak imanın gerisi boş. Kendimize gelip hayırlı kul olalım. Gerisi boş.