CHP Kırşehir Milletvekili Metin İlhan, her yılın sonunda parlamento çatısı altında yeni dönem için gerçekleştirilen yoğun bütçe görüşmelerinde yapmış olduğu konuşmasında iktidarın her alanda kendi ve yandaşlarının çıkarı için izlediği, ortaya koyduğu ve uygulamaya aldığı politikaların hiçbirinde halkın öncelendirilmediğine dikkat çekerek bir dizi açıklamalarda bulundu.

İlhan, 20 yılı aşkın bir süredir iktidarda olan AKP hükümetinin 2024 yılı merkezi yönetim bütçe kanun teklifi ile muhalefetin açıklamalarını ve sözlerini her zaman olduğu gibi kulak arkası yaparak yine halkın faydasını güden değil, kendi çıkarını gözeten politikaları gerçekleştirmek adına, tüm devlet kurumlarının bütçelerinin oluşturulduğuna ilişkin eleştirilerini konuşmasında dile getirdi.

CHP Milletvekili İlhan, 2024 yılı merkezi yönetim bütçe kanun teklifinin 6. maddesi üzerine yapmış olduğu konuşmasında; devlet kurumlarının tamamında ve her kaleminde iktidar tarafından karara bağlanıp ayrılan bütçelerin büyük bir çoğunluğunda ülkenin vatandaşları adına ivedilikli ve önemli kılınması gereken kalemler var iken aksine devlet kurum ya da kuruluşlarının tüm basamakları için iktidarın kendi ve yandaşlarının istikbalini düşünerek hareket ettiğinin altını çizdi ve eleştirilerini TBMM Genel Kurulu'nda kürsüden sert bir şekilde gerçekleştirdi.

 Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri,

Öncelikle dün Irak’ın kuzeyinde terör örgütü tarafından gerçekleştirilen hain saldırı sonucunda hayatını kaybeden şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabırlar ve yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.

Burada Cumhurbaşkanlığı ve bağlı diğer kurum ile kuruluşların 2024 yılı bütçesini uzunca bir süredir konuşuyoruz. Ancak bütçeye ek olarak konuşulması gereken çok önemli başka sorunlarımız da var. 2017 yılındaki referandum ile birlikte ülkemiz için çok zorlu bir süreç başladı zira Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi dediğimiz, yetkiyi tek elde toplayan ve güçler ayrılığı üzerine siyasetin gölgesini düşüren garip bir yönetim biçimimiz oluştu.

2018 yılındaki seçim sonrası uygulamaya giren sistem tepedekileri yeterince memnun etmemiş olacak ki; demokrasinin, bağımsızlığımızın ve istikbalimizin temelini oluşturan güçler ayrılığı ilkesini kendi bekaları için tehdit olarak görme aymazlığına da düşmeye başladılar.

Yaşadığımız yargı krizi denilen ama aslında hukuk, adalet ve halkın iradesinin temsil edildiği yüce meclisimize bile meydan okuyan bu durum ülkemizi her açıdan büyük bir soruna yönlendirmiştir. Bunlar yetmemiş olacak ki; Anayasa Mahkemesi’nin varlığını tartışmaya açmak ve mahkeme üyesi yargıçları açıkça itham etmek gibi bir şuursuzluk da ortaya çıkmıştır.

Bakınız, 5 bin yıllık Türk devlet geleneğinde hiçbir zaman yetki bir kişiye teslim edilmemiştir. Her zaman denge ve denetleme mekanizmalarını oluşturan kadınların da söz sahibi olduğu kurul ve kurumlar var olmuş ve aktif olarak çalışmıştır. Bu sayede adalet ve bağımsızlık üzerine kurulu bir devlet geleneğimiz olmuştur. Ancak geldiğimiz noktada kamu işleyişinin temel düzenine tek kişi karar veriyor. Örneğin tüm bakanları, yüksek yargı mensuplarını, genel müdürleri, valileri, il müdürlerini, rektörleri kısacası devletin idaresinde bulunan kritik noktalardaki herkesin atamasına karar veriyor ve yine aynı tek kişi, keyfiyet üzerine atadığı kişileri şahsi kararıyla görevden alabiliyor. Resmî Gazete’yi takip ederseniz atama ve görevden alma kararlarının çokluğuna tanık olacaksınız. Daha da vahimi yasama organı olan TBMM’nin hangi kanun teklifini görüşeceğine, teklifi hangi sırayla gündeme getireceğine, görüşmede değişiklik yapılıp yapılmayacağına, teklifin ertelenip ertelenmeyeceğine yine tek kişi ya da ona bağlı politika kurullarındaki kişiler karar vermekte.

Ama 2017’deki referandum öncesi farklı vaatler vardı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle demokrasimiz güçlenecek dediler; otoriterlik güçlendi, cumhur ile cumhuriyet kucaklaşacak dediler; toplumda kutuplaşma tavan yaptı, Türkiye’nin önü açılacak dediler; dış politikada herkesle sorun yaşadık. Güven ve istikrar adına hükümet krizleri olmayacak dediler; sürekli bakan, kabine, üst düzey bürokrat ve politika değişiklikleri oldu, yürütmedeki çift başlılıktan kurtulacağız dediler; yasama ve yargı organlarını baskı altına almaya çalıştılar.

Peki aradan geçen 5 yıl zarfında Türkiye’de ne gibi değişiklikler oldu, verilen sözler tutuldu mu, 2023 için hedeflenen kişi başına düşen 25 bin dolarlık milli gelire ulaşıldı mı, ülkemize yabancı yatırımcı beklenen düzeyde geldi mi, tarımda üretim arttı mı, ithalat azaldı mı, sağlık ve eğitimde ileriye gittik mi, enflasyon düştü mü, gelir dağılımdaki eşitsizlik azaldı mı, üreten bir ekonomi haline geldik mi?... Tabii ki hayır! Bakınız, Merkez Bankası'nın swap hariç net rezervi hâlâ (eksi) -41.1 milyar dolar, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 45 bin lira ve 32 milyon kişi bu yoksulluk sınırının altında, çocuk işçi sayısı artmaya devam etmekte, 2023 için kişi başına düşen milli gelirde hedef 15 bin dolar ıskalanarak 10 bin dolara düştü, ülke olarak borçlarımız katlanarak arttı, bütçe açığı 2 trilyon 651 milyar lira ile rekor kırdı, dış ticaret açığı zirve yaptı.

Yeşilli Köyü’nde yas var Yeşilli Köyü’nde yas var

NAS politikalarına rağmen bütçedeki sürekli artan faiz giderleri emek vermeden para kazananları zengin etmeye devam etti, Türk lirasındaki değer kaybı uçuşa geçti, 3 çocuk yapın dediler; 1 bebeğin aylık gideri minimum 4 bin lirayı aştı, aile içi sorunlar ekonomi sebebiyle tavan yaptı ve dolayısıyla boşanma sayıları da ivmeli olarak arttı. Doktorlar için giderlerse gitsinler dediler; yurtdışına beyin göçünde rekorlar kırıldı. Eşitlik ve adaleti dillerinden düşürmediler kadrolaşma ve ayrımcılık derdine düşerek sözler verildiği halde mülakat garabetini bir türlü kaldırmadılar.

Gençlerimiz geleceğimiz, Türkiye yüzyılı gençlerin yüzyılı olacak dediler; üniversitelerdeki devam eden barınma, gıda, güvenlik sorunları bitmek bilmedi. Ayrıca geleceğe dair yaşanan kaygılar ve umutsuzluk gençlerimizin psikolojisini bozdu. Tüm bunların sonucu ülkemizde kamu idarelerine ve siyaset makamına olan güven de hızlı bir şekilde azaldı.

Memleketin hali bu durumdayken Saray’ın tasarruf etmediği itibarı ülkemize bir hayli masraflı olmaktadır. Günlük harcaması ise; 15 milyonun üzerindedir. Bakınız, Cumhurbaşkanlığının bütçesinin kullanım alanlarında yıllardır tam bir şeffaflık sağlanamamıştır. Anlaşılan o ki; halkımıza eziyet olan bu sistem Saray ve şürekaları için bir hayli verimli ve etkin olmuştur. 2024 yılı için Cumhurbaşkanlığı bütçesi 12 milyarın üzerindedir ve bu bütçenin %9’u hazine yardımı olarak Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sebebiyle kurulan ofislere aktarılacaktır.

Ayrıca Cumhurbaşkanlığı için teklif edilen mal ve hizmet alımı; 6.93 milyar iken 7 tane bakanlık için teklif edilen toplam mal ve hizmet alımı ise; 5.88 milyar liradır. Özellikle ekonomimize herhangi müspet bir katkısını göremediğimiz yatırım ve finans ofislerinin ne iş yaptığını Sayın Cumhurbaşkanı yardımcısı kendince anlatmaya çalıştı ama bizler kanun ile verilen bu ödeneklerin ne kadar etkin ve verimli kullanıldığının takdirini aziz milletimizin yüksek ferasetine; vebalini ise; iktidarın boynuna bırakıyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanı yardımcısı komisyonda; “kamu kaynaklarının daha etkili, ekonomik ve verimli kullanımına katkısı açısından Sayıştay raporlarında yer verilen bulguların gereklerinin yerine getirilmesi hususunda gerekli hassasiyeti gösteriyoruz” dedi. Ancak Sayıştay raporları incelendiğinde kamu kurum ve kuruluşlarının değerlendirilmelerinde temel idari hususlarda bile bunun aksi bir tablo ortaya çıkmaktadır. Ayrıca emeklilerimizin ekonomik olarak perişan olduğu geçim sıkıntısı yaşadığı şu dönemde, Sayın Cumhurbaşkanı yardımcısı alay edercesine “emekli maaşlarında ciddi artışlar oldu” deme aymazlığını da göstermiştir. Kısacası tek elden yönetimin; yerli ve milli oligarklar ve belli başlı ihaleciler hariç, geniş halk kitlelerine sağladığı herhangi bir faydası olmadı. Ancak çok ilginçtir ki; siyasal bekaları için %50+1'i aylarca anlatanlar ve bugün iktidarlarını sonraki dönem de devam ettirebilmek için bu çoğunluk anlayışının sorunlu olduğunu ifade etmekteler.

Değerli milletvekilleri,

Tek kişinin keyfiyeti ve otoritesi üzerine inşa edilen bir devlet düzeninde maalesef sadece ekonomide değil, basın özgürlüğünde, insan haklarında, hukukun üstünlüğü konusunda, kamu idarelerindeki liyakatte, dış ilişkilerdeki barış ve güven ortamında, bilimsel ve nitelikli eğitimde, sağlık hizmetlerinin kamusal olması ve benzeri gibi hayatın birçok alanında da maalesef hep geriye gittik.

Yalnız buna karşın kamuda liyakatsizlikte, yandaş kayırmacada; inşaat ve enerji ihalelerindeki nepotizmde, siyasal ve ekonomik istikrarsızlıkta, emeğin sömürüsünde, hayat pahalılığında, bütçeden faize ayrılan artışta, toplumsal kutuplaşmada, işsizlikte ve israfta ileriye gittik.

Hatta gözünü karartan hükümet hedef enflasyon bahanesiyle milli gelirden en düşük payı alan ve bunun sonucu olarak da yoksulluk sınırının altında hayat mücadelesi veren işçi, memur ve dar gelirli kesimin emek ve alın terine göz dikmiş durumdadır. Tek hedef olarak bir kişinin bekasını baki kılmayı kendisine amaç edinen sayın maliye bakanı, anlaşılan doğup büyüdüğü coğrafyalardaki yoksunlukları, yoksullukları ve kendi geçmişini unutmuşa benzemektedir.

Sayın Bakan keşke 37 aydır aralıksız bir şekilde artan ve normal enflasyonun üzerinde seyreden gıda enflasyonuna da rasyonel çareler arasa. Ama maalesef dar gelirli toplum kesimlerinin alın terine göz dikmiş olacak ki; vergiyi tabana yayacağız hedefini de büyük bir pervasızlıkla ifade etti.

Değerli Milletvekilleri,

Sözlerime son vermeden önce eğitim alanında aklı ön planda tutan günümüz bilimsel yöntem ve tekniklerinden uzaklaşma gayretlerinin mevcut bakan ile tavan yaptığını belirtmek isterim. Geldiği günden beri öğretmenleri tek tipleştirme hevesi, karma eğitime karşı duruşu, mülakatı savunması saçmalıkları yetmezmiş gibi Tevhid-i Tedrisat Kanunu ortada dururken büyük bir cüret ile cemaat ve tarikatların eğitim politikalarının içinde yeri olduğunu hem de bunu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığını yaptığı yüce mecliste dile getirmesi büyük bir talihsizliktir.

Son olarak; bütçe hakkına gerçek anlamda sahip olması gereken TBMM’nin, ne yazık ki virgülünü bile değiştiremediği önümüzdeki 2024 yılı bütçesinin; ülkemizdeki sosyal adaletsizlikleri, ekonomik krizleri çözemeyecek olması ve aksine tüm yükü yoksul halk kesimlerinin üzerine yükleyeceğini; özellikle de refah, güven, üretim ve büyümeden uzak bir anlayışla oluşturulduğunu da ifade etmek isterim.

Teşekkür ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

(Haber Merkezi)

Muhabir: AYŞE HİLAL DELİORMAN