Hiç bulunduğunuz yerden farklı bir yere (özellikle de farklı bir ülkeye) gittiğinizde; oralar, oraların insanları, sizin oradaki durumunuz ile ilgili kalem oynattınız mı? Böyle bir girişimde bulunsanız, oraları görmemiş, oralıları tanımayan, oralarda olsa ne yapacağını bilmeyen kimselere neler anlatırdınız? Gezi notları ve seyahatnameler bu kaygı ile yazılmış metinlerdir. Bizim edebiyatımızda en meşhur seyahatname Evliya Çelebi’nin 17. Yüzyılda kaleme aldığı külliyattır. Bugün Ahmet Haşim’in Frankfurt’a yaptığı seyahatte tuttuğu notları içeren bir seyahatnameye bakacağız.

Ahmed Haşim, (1887, Bağdat - 1933, İstanbul), Fecr-î Âti topluluğu üyesi Türk şair ve yazardır. 1897'de Galatasaray Sultanîsi'ne yatılı olarak kaydoldu. Hâşim'in sanat ve edebiyata ilgisi, Galatasaray Sultanîsi'nde başlar. Bilinen ilk manzumesi Leyâl-i Aşkım, 1901'de Mecmua-î Edebiyye'de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin'in tesiri altında kaldı. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. 1905-1908 yılları arasında yazdığı ve Piyâle başlıklı kitabına aldığı Şi'ir-î Kamer dizisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi. 1909'da kurulan Fecr-i Âtî'ye girdi. 1907'de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk'a devam etti. I. Dünya Savaşı'ndaki askerliği (1914-1918) sırasında Çanakkale Cephesinde bulundu. Savaştan sonra sınavla Duyun-u Umumiye'ye girdi. Duyun-u Umumiye'den çıktıktan sonra Osmanlı Bankası'na memur oldu. Anadolu Demiryolu Şirketi Meclisi İdare Azalığı'na tayin oldu. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Ahmet Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı. Sanâyi-i Nefîse Mektebi'nde, mitoloji dersleri hocalığı ve Mülkiye Mektebi'ndeki Fransızca öğretmenliği görevlerine vefatına kadar devam etti.

Ahmet Hâşim 1924, 1928, 1929 ve 1932 yıllarında Avrupa’ya gitmiştir. Bu seyahatlerinde İtalya, Fransa ve Almanya’da bulunmuş ve bu seyahatlerle ilgili izlenim ve fikirlerini kaleme almıştır. Frankfurt seyahatnamesi, 1932 sonbaharında Ahmet Haşim'in Frankfurt'taki Üniversite Kliniğinde Franz Volhard ile yaptığı tıbbi tedavi vesilesiyle yazılmıştır . İçinde Frankfurt am Main'deki gözlemlerini , şehrin ekonomik krizdeki düşüşünü ve Nasyonal Sosyalizmin yükselişini anlatıyor . Frankfurt seyahat günlüğü, ilk olarak Aralık 1932'den itibaren günlük Milliyet gazetesinde tek tek yayınlanan bir dizi kısa, günlük benzeri denemeden oluşur . 1933 baharında Ahmet Haşim metinleri eksiksiz bir yayına hazırladı. 4 Haziran 1933'te ölümünden kısa bir süre sonra kitap şeklinde ortaya çıktı.

Ahmet Hâşim, kuvvetli bir nesir yazarı olarak kabul edilmiştir. O, yazılarında siyasî yaklaşım yerine şahsî bakış açısı ve estetiği esas almıştır. Bu çalışmada, yazarın üzerinde durduğu insan, tabiat, şehir ve mimarî gibi unsurlar ele alınmıştır. Yazarın seyahati boyunca yaptığı tasvir ve tariflerde, Almanya’ya doğru gittikçe bakış açısındaki olumlu işaretler artar. Yazar, Frankfurt’ta mimariden müzeciliğe, yemeklerden ilaçlara, kişilerarası ilişkilerden insana verilen değere kadar değişik konulara odaklanır. Seyahatnamede, gıpta duyulacak olumlu bir Batı imajı çizilir. Yazar, bu imaj aracılığıyla Doğu’ya yönelik hayalini de sunar. Bunun yanında, Batı’ya yönelik her övgünün altında, Doğu’ya yönelik bir eleştiri sezilir.

Frankfurt Seyahatnamesi yirmi yazıdan oluşmaktadır. “Mukaddime” alt başlığını taşıyan “Harikulâde” başlıklı yazıda Ahmet Hâşim kitabını sunar, seyahatname ve seyyah hakkındaki fikrini özlü bir tarzda ifade eder. Haşim, seyahati İstanbul’daki başlangıç noktasından, Sirkeci Garı’ndan anlatmaya başlar, yol boyunca gözlemlerini aktarmaya devam eder; Frankfurt’taki
tecrübe ve gözlemlerini okuruyla paylaşır.

Orhan Oğuz’un değerlendirmeleri yardımı ile tadımlık alıntılar yapalım; Ahmet Hâşim’in tren yolculuğu Sirkeci Garında, sonbaharda bir gece vakti, olumsuz bir ruh hâli içinde başlar. Bu anlamda şair, arkasında pek de iç açıcı bir İstanbul manzarası bırakmadığını belirtir. Ahmet Hâşim, bu yolculuğun ilk sabahında “Bulgar kırları”nda uyanır. Burası tasvir edilirken tabiata dair olumlu, istasyona ve insana dair ise olumsuz bir algı görülür. Gecenin karamsar atmosferinden sonra tabiat iç açıcıdır: “Burada her ağacın, her taşın, hatta her otun ve dikenin titiz bir sahibi var zannedilir. Bu kırlar, beyaz koyun sürüleri, temiz köy evleri, suluboya ile renklendirilmiş gibi sıhhatli köylüler, çalışan veyahut dinlenen yanık yüzlü
sayısız amele kümeleriyle dolu bir hayat bayram yeridir.”

Yazar, “Alman Gecesi” başlıklı yazıda Balkanlar’dan sonra başlayan değişime dikkat çeker: “Macaristan’dan ve Avusturya’dan itibaren içerde ve dışarıda her şey bana değişmiş göründü: Geçilen memleketlerin medeniyet ölçüsü olan vagon restoran hizmeti ve hat boyunca ilerleyen manzaralar… Sembolist şairlerin bütün o titrek hayalleri karşımda hakikat olmuştu: Zümrüt çayırlar ortasında pırıl pırıl akan pembe akşam dereleri… Bunların kenarında gümüş yaprakları hafif rüzgârlarla oynaşan mesut kavaklar… Oyuncaklar gibi en tatlı renklere boyanmış beyaz tül perdeli köşkler… Bunların etrafında otlayan sıhhatli, altın tüylü öküzler… Geçen trene bir an bakmağa tenezzül edip başını çeviren baygın kadın bakışlı mağrur sarı beyaz inekler…”

Avrupa şehirlerini birbirine benzeten, onların refahının kaynağı olan bilim ve teknolojidir; bu, onları esrarlı olmaktan çıkarır:
“Büyük Avrupa şehirlerinin bu şekil yeknesaklığına inzimam eden bir diğer tatsızlığı da, artık hayali heyecana getirecek hiçbir “sırr”ı ihtiva etmemelerinden ileri geliyor: Bu şehirlerin hayatını yeraltından ve havadan tanzim eden müthiş makine ve elektrik mucizeleri, şimdi mektep kitaplarında çocuklara öğretilen birtakım basit şeylere istinat ediyor. Bunları bilmek, seyahatin mükâfatı olan hayreti ortadan kaldırıyor.”

Ahmet Hâşim’in önemli bir tespiti, Batı’da “şekil”in öne çıkması, “fikir”den daha fazla önem kazanmasıdır:
“Garabete düşmeden iddia edilebilir ki, büyük bir action medeniyeti olan Avrupa medeniyeti çerçevesinde şeklin fikirden daha fazla ehemmiyeti vardır. Kafası ne olursa olsun, bir insanın Avrupalı unvanına hak kazanmak için muhakkak sırtında bir ceketi, ayağında bir pantolonu ve başında şu veya bu biçimde bir şapkası olmak lâzım. Bu hazin ve renksiz kıyafet, medeniyetin üniformasıdır.”

Yazar için çevreyle iletişimde en büyük engel dildir. Fransızca konuşabilen şair, birkaç kelime İngilizce bildiğini, birkaç kelime de Almanca öğrendiğini belirtir. Bu hâliyle o, kendini “dilsiz bir hayvan”a benzetir:
“Düşünürdüm: Ya şimdi yere düşsem, elim ayağım kırılsa, üstümden bir otomobil geçse, ben ne yaparım? Halk beni saracak, ismimi, memleketimi, yerimi soracaklar, ben ise, asfalt üzerinde kaymış bir araba beygiri gibi, etrafımdakilere sessiz bakmaktan başka ne yapabilirim?”

Ben ilk kez 1987 yılında Frankfurt’a gittim. Bu seyahatnamede binalar, meydanlar, parklar çok anlatılmadığı için önceden okumuş olmamın pek faydasını görmediğimi itiraf etmeliyim. Fakat o zamandan beri geziler ve gezilen yerler hakkında yazmak, yazılmış olanları okumak üzerine çok kafa yordum. Mesleğim gereği kongre ve sempozyumlara, başka üniversitelere seyahatlerim oldu/oluyor. Yayıncıma “oraları anlatır metinler kaleme alsam yayınlanabilir mi?” diye sorduğumda maalesef gezi notlarının, seyahatnamelerin günümüz okuru tarafından pek tercih edilmediği yanıtını aldım. Birkaç izlenim yazım yerel gazetelerde yer aldı, fakat devamını getiremeyip aileme ve dostlarıma; başımdan geçen ilginç olaylarla birlikte anlatmak mümkün olabildi. Ben seyahat klavuzlarının yanısıra seyatnameleri de okumaya çalışıyorum, bunun da çok faydasını görüyorum. Edebi bir eser, kıymetli bir edebiyatçının gözlemleri anlamında bu meşhur eseri okumanızı tabii ki öneririm. Hem belli olmaz, belki sizde güzel izlenimler edinir ve bu örnekten hareketle bunları kaleme alabilirsiniz. İlk okuyucunuzun ben olacağımı temin ederim. Hoşça kalın.