Hayatımızın nasıl geçtiğini derinlemesine inceleyecek olsak varlığa dair ciltlerce kitaptan öğrenemeyeceğimiz hakikatlere vakıf olabiliriz... Nasıl mı? Buyurun birlikte bakalım hayat serüvenimizin nasıl cereyan ettiğine...
Esasında yakın ya da uzak hedeflerimizin tahakkuku için bir zamana ihtiyacımız var. Daha doğrusu zamanın akıp geçmesine... Yarın elde edeceğimiz çok önemli bir kazanca kavuşmak için sabırsızlıkla geçmesini beklediğimiz saatler bizi ebedî âleme biraz daha yaklaştıran hızlı tren gibidir adeta...
Biz hedeflerimizin arkasında koşup giderken o da zamanın içinde akıp gider ve bizi mukadder durağa ulaştırmak için sürekli bir hareket halindedir... Akreple yelkovan arasında akarken hızlı tren mesabesinde olan zaman, bizi hayatın içinde maksudu ilahiye doğru son sürat taşır... Ne yazık ki insanların çoğu bu hızlı yolculuğun farkında bile olmaz... Altında akıp giden zamanın büyüsü çoğu kez içinde bulunduğu yolculuğun güzergâhını görmesine mani olur...
Geçen her an biten ömür sermayemizdir. Tükenen saniyeler hayat ağacından düşen yapraklardır... Nihayete ermesi kesin ve fena bulması kat'i olan dünya sergüzeştimiz farkına varamadığımız dakikalarda meknûn...
Mutlu ya da mutsuz, huzurlu ya da huzursuz, iyi veya kötü, zengin veya fakir, aç veya tok, hasta veya sıhhatli... Neticeyi kelam; vakit, ahiret yolculuğunda muvakkat istasyonlarda gördüğümüz üç boyutlu bir film kadar kısadır ve çoğunlukla varlığı bitince anlaşılır.
Haddi zatında her saniye ahirete doğru attığımız adımlarımızın sayısı çoğalmakta... Biriken anılarla birlikte... Bedenimiz bizi istikbale taşırken zihnimiz ve kalbimiz maziye meftun. Üstelik de geçen seneler özlemi arttırmakta...
Bu, geriye dönüşü mümkün olmayan tek yönlü bir sefer... Ve tek kişilik. Bavul yok, yük taşıma hakkı da yok. El bagajına bile müsaade edilmiyor... El sallayabilen nadir... Randevu almaya, haber vermeye, hazırlık yapmaya da imkân yok.
Geride bırakılanlar ekseriyetle en fazla önem verilen şeyler; mal, mülk, makam, mansıp aile, arkadaşlar ve saire... Hepsi bizi bıraktı sadece yapıp ettiklerimiz var yanımızda... Aslında çok uzun bir bekleme sürecine girdik lakin bilinçsizce bir intizar bu... Mazi ile müstakbel, bizle sevdiklerimiz, dünya ile ukba arasında bir berzah var; aşılması veya geçilmesi imkânsız manevî bir engel...
Uzağa gitmeyeceğiz; dün üstünde gezip dolaştığımız toprağın hemen altında olacağız. İsrafil ikinci Sur'a üfleyinceye kadar... Karanlık, ıssız, korkutucu ve daracık bir hapishane gibi olan, belki bir cennet bahçesi belki de cehennem çukuru olan müstakil tapulu istirahatgâhımızda...