Altı yıldır kütüphanemde okunmayı bekleyen İhsan Oktay Anar kitaplarından biri Yedinci Gün. Puslu Kıtalar Atlası ile birlikte alınmış ve sıralarının gelmelerini bekleyen diğer üç kitapla birlikte… Yoğun öykü okumalarım iki de dünya klasiği içinde boğulmak üzere iken derinliklerine dalmak istedim Anar yazınının. İyi ki de böyle bir okuma molası vermişim ana okuma planım esnasındaki okumalarım arasında.
Kitabın arkasındaki tanıtım yazısı şöyle; “Çizgilerin kürelere, zamanın sonsuzluğa, sonsuzlukların da hayâllere dönüştüğü bir hikâyedir bu. Sıradan insanların sıra dışılığı, bilinen hikâyelerin düşlere dönüşümü, zaafların asîlleşmesi, erdemlerin ardındaki günâhkârlık tüm içtenliğiyle akacak zihinlere. İnsan olmanın en zayıf ve en yüce yanları, bir hikâyenin dokunuşuyla bir kez daha bilinebilir olacak. İhsan Oktay Anar, bu yeni düşüyle sizleri bir kez daha şaşırtacak. Çizgilerde değil kürelerde gezinecek, bilinen zamanların bilinmeyen anlarına yolculuk edeceksiniz. Alışık olmadığınız bu dünyanın kapısından girdiğinizde âşinalık hissedecek, sadeliğin ihtişâmına teslim olmanın rahatlığıyla kendinizi akışta yolculuk ederken bulacaksınız…”
Yedinci Gün, İhsan Oktay Anar'ın Ağustos 2012'de yayımlanan romanıdır. Kitap II. Abdülhamid dönemi Osmanlısında geçiyor ve ana karakter İhsan Sait'in gelecekten kendisine aşk mektubu gönderen Prenses Döjira'ya ulaşma çabasını anlatıyor. Bunun için gelecekten kendisine göndermiş olduğu zeplin tasarımı planlarını kullanarak bir zeplin icat ediyor. 1930'lara giden ana karakterimiz orada hayatı boyunca başından geçenleri 6 günde bu kitaba yazdırıyor ve 7. gün dinleniyor.
Aytül Bingöl’e göre; Okunması pek kolay bir kitap değil. Çünkü en başta, yazarın özgün anlatımına alışık olmanız gerekli. Eğer daha önce, diğer kitaplarından hiç olmazsa bir ikisini okuduysanız, İhsan Oktay Anar’ın bu romanı da size istediğinizin kat kat fazlasını verecektir. Romanın arka planında asıl anlatılmak istenen, evrenin ve insanın yaratılış hikayesidir.
Kitap, Baba, Oğul ve Hayalet olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. İhsan Oktay Anar bir tarih gezisine çıkarır her kitabıyla okurlarını. Yazdıklarını tanımlarken, “Gerçekleşmiş bir hayal olan dünyayı örnek alıp, onu ve üslubunu taklit ederek yeni hayaller kuruyorum” demiştir. Yazarın klasikleşmiş bir takım alışkanlıkları vardır romanlarında. Ana kahramanlar hikayenin hemen başında değil de, konu biraz ilerledikten sonra çıkarlar karşımıza ve isimleri çoğunlukla aynıdır; İhsan. Kadınlar ana karakter olarak değil, yan karakterlerde dâhil olurlar anlatıya. Başlangıçta birbirleriyle alakasız görünen olaylar, konu ilerledikçe gayet ustalıklı bir biçimde ilişkilendirilirler. Kitabın ismi, Allah’ın altı günde yarattığı kainatın bitimindeki, tüm dinlerde kutsal sayılan yedinci günden gelmekte. Yedinci Gün, İhsan Oktay Anar’ın altıncı kitabı. Ustalıklı bir dil kullanımına ve sonsuz bir düş gücüne sahip olan yazarın tarzı oldukça farklı.
Dedesi, padişahın süt kardeşi olan Paşaoğlu tam bir mirasyedi. Bir gün kumarhanede, sonradan Müslüman olmuş Aman Baba ile tanışır. Aman Baba ona poker oynamayı teklif eder. Kendisi kazanırsa, Aman Baba onun yaşadığı hayat tarzına dönecek, Paşaoğlu kaybederse, bundan sonraki hayatını inançlı bir Müslüman gibi yaşayacaktır. Pokeri kaybeden Paşaoğlu’na Aman Baba eski bir Kuran verir ve tam gömleğinin içine yerleştirir. Yolda bir soyguncuyla karşılaşan Paşaoğlu, onun kurşunlarından bu Kuran sayesinde kurtulunca hem o hem de soyguncu Abdülnezakettin bu mucizeye hayret ederek hidayete ererler. Paşaoğlu bir cami yaptırmaya karar verir. Ama bu öyle bir cami olacaktır ki, ezan okunduğunda, radyo dalgaları aracılığıyla tüm dünyadan duyulacaktır. Bunun için büyük bir yer bulur, demir minareler yaptırır. Şimdi iş, ezan okuyacak birini bulmaya kalmıştır. Paşaoğlu’nun yardımcısı kambur Bevval, bir şeyh kaçırıp camiye getirir. Şeyhi elektrikli sandalye benzeri bir yere oturtup, ezan okurken sesinin tüm dünyadan duyulabilmesi için başına kablolar bağlarlar. Fakat zavallı adam yanarak ölür. Paşaoğlu’nun vazgeçmeye niyeti yoktur. Kambur, Bevvale yeni bir şeyh bulmasını emreder. Ne yazık ki, o şeyh de diğeriyle aynı akıbeti paylaşacaktır.
Dersaadet, art arda tam yedi şeyhin başları kömürleşmiş şekilde öldürülmesiyle çalkalanmakta ve katil bir türlü yakalanamamaktadır. Bu cinayetleri merak edenlerden birisi de İhsan Sait’dir. Çekik gözlü bir Moğol olan İhsan Sait, bir sihirbazdır. Yaptığı bir gösteri sebebiyle hapse atılmış, cezasını çekip çıktığında, doksan yaşlarındaki tefeci Culyano efendinin yanında işe başlamıştır.
Yağmurlu bir günde çalışırken, birden Culyano ona saldırınca, genç adam da can havliyle tefeciyi öldürüp, zekası sayesinde tüm servetini ele geçirir. Artık zengin bir adamdır. Paraları aldığı ilk gün, şehrin en iyi lokantasında tıka basa yemek yer, en pahalı mağazadan kendine kat kat elbiseler ısmarlar. Tadını çıkarmaya başlar zenginliğin. Davetiyeleri çok pahalı bir baloya katıldığı bir gece, müritlerinden birisini yakalamak için oraya gelip, eğlencede olay çıkaran şeyh Selahattin Tefrici’yi, sırf macera olsun diye takip ederken, gece vakti tenha bir sokakta adamın kaçırıldığına ve Paşaoğlu’yla yardımcısı tarafından öldürüldüğüne tanık olur. Bir arbede sonucunda o da Paşaoğlu’nu öldürür, yardımcısını da, bundan sonra kendisine hizmet etmesi için tehdit eder. Böylelikle, İhsan Sait Paşaoğlu’nun kurduğu radyo vericilerinin olduğu binaya yerleşerek, kendi hayalinin peşine düşer.
İhsan Sait’e gelecekten bir mektup gelir. Mektupta bir zeplin planı vardır. Mektubun sahibine aşık olan kahramanımız, bu zeplini yaparak sevdiğine kavuşmayı amaçlar fakat bir Alman subayı bu zepline el koymak isteyince, zepliniyle birlikte uzaya doğru yol alır. Bu, aslında gerçeğe ulaşma çabasıdır aynı zamanda. İhsan Sait artık İnsan-ı Kâmil olma savaşını vermektedir. Bu zorlu savaşta örnek aldığı kişi de, İdrisoloji diye bir kürsüsü olan İdris Amil Zula’dır.
Diğer eserlerinde olduğu gibi Yedinci Gün’de de, İstanbul o kadar derinlikle anlatılır ki yazar tarafından, her sokağı, her kaldırımı, her mahalleyi gözünüzde canlandırabilirsiniz. Romanın başında bir sivrisineğin gözünden gezeriz şehri, derken, bir martının kanatlarına konuk oluruz. Bu denli detaylı İstanbul tasvirleri yapan bir yazarın İzmir’de yaşaması ve İstanbul’u bir kaç kez ziyaret etmesi de ayrı bir ilginçlik.
Anar kitabını gelecek haksız eleştirilere cevap olarak söyle bitirmiştir:
“..., dünyada olup bitenleri bir bir yedi kişiye yazdırdı. Yazdırırken muhterisleri de düşündü ve bu kitâbındaki kusurları, rastlayınca sevinip tatmin olsunlar diye onlara sadaka olarak verdi. Allâh kabûl etsin! O, bütün rızklara kefildir, umulur ki doyarlar.”
Anar bu kitabında, bir sonraki kitabı Galîz Kahraman'ın ana karakteri İdris Amil Efendi'yi okuyucuya ilk defa tanıştırmıştır.
“İhsan Oktay Anar’ın romanlarını daha önce okumuş ve yazarı listelerine katmış hayranları için Yedinci Gün, çoktandır bekledikleri bir müjde. İlk defa okuyacaklar içinse, bambaşka sulara açılma şansı…” diyor Aytül Bingöl değerlendirmesinin sonunda. Ben de genel olarak katılıyorum bu yargılara. Sayfalarca süren paragrafların içinde detaylardan asıla nasıl geçildiğini kaçırmamak için özel ek çabalar gerekiyor. Eski dil ile ilgili biraz da kulak dolgunluğu, hatta bir de lügat gerekiyor bazı ifadeleri doğru anlamlandırabilmek için.