Karamanoğlu Mehmet Bey , 13 Mayıs 1277 tarihinde Konya’da ünlü dil fermanını yayınlayarak , Türkçenin yeniden devlet dili olmasını sağlamıştır ..
Mehmet Bey fermanında “ Şimdengeru, divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden gayri dil kullanılmaya...! Uymayanların boynu vurula....” diyerek Türkçenin ve Türklüğün Anadolu’da ve yeryüzünde ebediyen yaşamasında öncü olma şerefine erişmiştir.
Bu suretle resmi devlet işlerinde kullanılan Arapça ve Farsçanın hâkimiyetine büyük bir darbe vurulmuştur. Mehmet Bey’in fermanı Türk kültür tarihinin önemli olaylarından biridir.
Karamanoğlu Mehmed Bey, Karamanoğulları'nın ikinci beyi Kerimüddin Karaman'ın oğludur. Doğum tarihi belli olmayıp ölümü 1280'dir.
Mehmet Bey askerî ve idarî yönden bilgili bir devlet adamı idi. Bilim adamlarını etrafına toplayıp onlara büyük önem vermiştir.
13. yüzyıl ortalarında Selçuklular, devlet işlerinde Farsça'yı kullanırlardı. Halk ise öz dilleri olan Türkçe'yi kullanıyordu.
Mehmet Bey millet olarak birlikte yaşamanın ilk şartı olan dil birliğinin sağlanmasının gerekliliğine inanıyordu.
Bu birliği gerçekleştirmek için Toroslar üzerinde yaşayan bütün Türkmen boylarını çevresinde toplayarak bir ordu oluşturdu.
Üzerine gönderilen Selçuklu ve Moğol kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğratarak Konya’ya girdi.
Burada yaşayan Selçuklu Türkleri, Karamanoğulları ile birlik oldular.
Kısa zamanda Konya vilayeti ve bazı çevre iller Karamanoğulları'nın hâkimiyeti altına girdi.
Daha sonra Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus’un oğlu Gıyaseddin Siyavuş’u başa geçiren Mehmet Bey’in kendisi de vezir oldu.
İlk önceleri Moğol baskısına başarı ile karşı koymasına birçok kere galip gelmesine rağmen, daha sonraki çarpışmaların birinde iki kardeşi ile beraber şehid edilmiştir.
İdareciliği sırasında Türkçeyi resmi dil olarak ilan eden fermanını vermiştir. Bu fermanda "Bugünden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe'den başka dil kullanılmayacaktır." diyerek sadece siyasî ve askerî bir zafer değil aynı zamanda kültürel bir zafer kazanmıştır.
Aşıkpaşa'nın Türk dilindeki önemi ;
Âşık Paşa'nın ailesi Horasan'dan Anadolu'ya gelmiştir, soylu bir aileden olan Âşık Paşa'nın dedesi Baba İlyas, Horasan'dan Anadolu'ya gelmiş, babası Muhlis Paşa ise Anadolu'da doğmuştur.
Kaynaklardan öğrenildiğine göre Âşık Paşa, Kırşehir'de doğmuş, Osman ve Orhan Gazi zamanında yaşamıştır. Hacı Bektaş-ı Veli'nin çağdaşıdır.
Âşık Paşa'nın iyi bir öğrenim gördüğü, Arapça, Farsça ve İslami bilgileri bildiği, tasavvuf kültürünü edindiği sufiyane şiirler yazdığı bilinmektedir.
Âşık Paşa 14. yüzyıl Anadolu sahasında yetişmiş ünlü tasavvuf şairlerindendir. O da Gülşehri gibi 14. yüzyılın kültür merkezlerinden olan Kırşehir'dendir.
Âşık Paşa'nın asıl adı kaynaklarda Ali olarak geçer; adını ise mutasavvıf yani "Hak aşığı" olduğu için aldığı söylenir, paşa da askerlikle ilgili bir rütbe olmayıp "ağabey, ileri gelen kişi" tamlarına gelen "beşe, peşe" kelimelerinden bozmadır,böylece Aşıkpaşa ismi ile tanınmıştır.
Aşıkpaşa'nın Garibnamesi ;
Âşık Paşa'nın Türk dili ve edebiyatı açısından en önemli eseri Garibname'dir.
12.000 Beyit dolayında olan Garibname dini-tasavvufi konulu bir Mersiye olup halka tasavvufu öğretmek amacıyla yazılmıştır.
Bir bakıma Âşık Paşa, Mevlana Celaleddin Rumi'nin mesnevi'sinde yaptığını Türkçe olarak Garibname'de yapmıştı.
Nitekim, Mesnevi'nin hem biçim özellikleri, hem de içeriği bakımından Garib-name'ye etkisi olmuştur.
1330 yılında yazılmış olan Garibname, aynı zamanda Türk edebiyatının ilk büyük te'lif mesnevisidir.
Eser,14. yüzyıl Anadolu Türkçesinin özelliklerini taşıması bakımından dil çalışmaları için önemlidir.
Daha da önemlisi, Âşık Paşa 14. yüzyıl Anadolu'sunun siyasi ve ideolojik birliğinin sağlanmasında ve halkı eğitmekte anadilinin gücüne ve yararına inanmış bir aydındır.
Bu nedenle Garib-name'de Türkçeye önem verilmesi gerektiğini belirtmiş ve eserini bilinçli olarak Türkçe yazmıştır.
Kısacası Garib-name, bilgilendirici, öğretici yanıyla önemli olduğu kadar, yazıldığı dönemin dil özelliklerini taşıması ve Anadolu'da gelişen edebi dilin Türkçe olması konusunda, Âşık Paşa'nın duyarlılığını göstermesi bakımından da dikkate değer bir kaynaktır.
Osmanlı dönemi Türk dili ;
13-20. yüzyıllar arasında Anadolu’da ve Osmanlı Devleti'nin hüküm sürdüğü yerlerde yaygın olarak kullanılmış olan, özellikle 15. yüzyıldan sonra Arapça ve Farsçanın etkisinde kalan Türk yazın dilidir.
Osmanlıca ; Arap alfabesine , Fars ve Türk dilinden yeni sesler ilavesiyle oluşturulmuş , uzun tarihi boyunca kendine has özelliklerle geliştirilmiş , farklı yazı türleriyle bir sanat haline getirilmiş, kelime hazinesi günümüz Türkçesi ile kıyaslanamayacak kadar zengin bir yazı dilidir.
Cumhuriyet dönemi Türk dili ;
Türkiye`de dil devrimi resmi olarak cumhuriyete paralel gelişti. Cumhuriyet`in kurucusu Atatürk bizzat bu işe girişti. Türk Dili Tetkik Cemiyeti sonra Türk Dil Kurumu ile dil devrimini kurumsal hale getirdi.
Türk Dil Kurumu (TDK),cumhuriyetin kuruluşundan 9 yıl sonra; 1932 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla kurulmuştur. 12 Temmuz 1932’de faaliyete başladığında “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” isminde TDK ; yeni kurulan cumhuriyetle beraber Türkçe’nin bilim, sanat ve edebiyat alanında güçlendirilmesini, zenginliklerinin korunarak gelecek kuşaklara aktarılmasını ve Türkçe’nin dünya çapında bir dil olmasını amaçlamaktaydı.