Siyah Gözler

Cemil Süleyman Alyanakoğlu (1886-1940) Türk hikâye ve romancısı, doktordur. 1909'da tıbbiye yükseköğrenimini bitirince, erkek öğretmen okulunda öğretmenlik yaptı. Balkan Savaşı'nda Yanya'da, I. Dünya Savaşı'nda Arabistan'da doktor olarak görev yaptı. Türk Kurtuluş Savaşı yılları Antalya, Çanakkale, Samsun bölgelerinde sıhhiye müdürlüğü yaptı. Son yılları Devlet Denizyolları vapurlarında doktor olarak geçti. Fecr-i Ati edebiyat akımının en önde gelen hikâye ve romancılarından biri sayılır.

Konularını hayattan aldığını söylediği yapıtlarında hekim kahramanlara ve hastalıklı tiplere sıkça rastlanır; hasta-hekim ilişkileri, veremli kadınlar gibi konuları da işlediği için Doktor Cemil adıyla ünlenir. Timsal-i Aşk adlı hikâye kitabı Fecr-i Âti Kütüphanesi yayınlarının ilk kitabıdır. Cemil Süleyman’ın dili, dönemindeki yazarlara oranla sadedir. Mutsuz ilişkileri, kadın ruhunu, hastalıklı duyguları başarılı bir biçimde anlatmıştır.

1911’de yayımlanan Siyah Gözler, âşık bir erkek tarafından sevilen ve ilişkide çok da etkin olmayan kadın kalıbını tersyüz eden bir anlatı. Cemil Süleyman bu kısacık romanda, tutkulu bir kadının saplantılı duygularına odaklanırken erkeği arka planda bırakarak çağının ötesine geçmeyi başarıyor. Toplumsal baskıların gölgesinde yaşanan bu ilişkide arzudan kuşkuya, kıskançlığa uzanan “hummalı” marazi aşkın anlatımındaki başarı, bir dönemin ünlü romanı Siyah Gözler’i günümüze de taşıyor.

Nazlı Memiş Baytimur’a göre; Türk Edebiyatı'nda ruhsal bozuklukların bir çeşidi olan paranoid bozuklukların bir roman kahramanı ekseninde ele alınıp işlenmesi ilk kez 1911 yılında yayımlanan Cemil Süleyman'ın Siyah Gözler eseri ile gerçekleşir. Romanın ismi belli olmayan kadın kahramanı, paranoid bozukluğun persekütuar ve kıskançlık tiplerini bütünleştirerek yansıtır. Güvensiz ve kuşkucu tavırları ile ön plana çıkan kadın, âşık olduğu genç adamın her davranışını gerçekten uzaklaşarak yorumlar. Bu durum onun hem toplumla hem de sevdiğiyle olan ilişkisinin gitgide bozulmasına sebep olur. Romanın sonunda kadın, dış dünyadaki uyaranların onu yanlış yönlendirmeleri ve kendi inandığı düşüncelere dayanarak hareket etmesiyle delikanlıyı boğarak öldürür. Bu durum, kadının paranoid bozuklarının sonucunda yaşadığı gerçeklik deneyimindeki ciddi orandaki yitimin bir tezahürüdür.

Edebi hayatına öykü yazarak başlayan sanatkâr, aynı zamanda Fecr-i Âti topluluğunun başlattığı “Fecr-i Âti Kütüphanesi” yayın dizisinin ilk kitabı olan Timsâl-i Aşk’ı yayımlayan yazardır. Söz konusu eser, onun edebi ürünlerini ilk derlediği kitap olması ile de önem teşkil eder. Ardından yayımladığı Ukde adlı kitabı da yine öykülerini bir araya getirdiği bir eserdir. Bu iki kitapta yer alan öyküler, Servet-i Fünûn’a tepki olarak doğmasına karşın onun etkisinden çıkamayan Fecr-i Âti topluluğu yazarlarının edebi anlayışlarının izlerini taşır ve fiktif âlemdeki kişileri duygusal yönden ele alır. Berksoy’un ifadesine göre; “Onun ideal sevgi ve insan arayışı içerisindeki, şahsın ya da ben’in bir bilincin dökümü halinde” yazıya aktardığı öykülerde kişilerin ruhsal derinliklerini yansıtma çabası içinde olduğu görülür.

Nuri Akbayar’ın günümüz Türkçesine uyarladığı metni İş Bankası Türk Edebiyatı Klasikleri serisinden okudum. Birkaç tadımlık tadalım;
“İşte evlilik hayatı… Hayatın bu ilk ve büyük aşkı… Ona umduklarının hangisini vermişti? Ve ondan, sonsuz mutluluklar beklediği için, ailesini bile terk ederek, geleceğini aşkına feda eden ve ancak bir an süren bir rüyadan sonra, birden bir ihanet darbesiyle, bütün emelleri kırılarak, on yıllık bir geçmişin elem verici yalnızlıkları içinde kahrolmuş ve perişan, sürüklene sürüklene otuz yaşını bitiren dul kadın, kendisi değil miydi?”
“Anlıyor musun, kıskanıyorum. Bir deli gibi, bir çılgın gibi kıskanıyorum. Bu gözleri, beni deli eden, çıldırtan bu güzel gözleri, bu siyah gözleri kıskanıyorum... Onlarda bir başka hissin, bir başka hayalin gölgelerini görmek istemem. Onlarda yalnız ben yaşamak, yalnız ben ölmek isterim...”
“… onu kolları arasında sıkıyor; hırpalanmaktaki zevki sanki damla damla içmek isteyerek ruhunun bu sinirlerini yakan ihtiyacıyla her dakika kendisini ona bir parça daha teslim ederek yavaş yavaş kendisinden geçiyor ve birbirlerinin olan bu iki vücut arasında, hiçbir ayrılık kalmıyordu.”
“… yüreğinde elem verici manevi bir yenilgi hissediyor; bir gün, artık heves alınmış, oynamaktan bıkılmış, kırık bir oyuncak gibi köşeye atılmaktan korkuyordu. Sonra onu kendisinden daha genç, daha güzel bir kadınla, yine böyle bir arabada gezmeye giderken görüyor; şimdi kendisine bol bol edilen iltifatların, o zaman bir başkasına yapılacağını düşünerek derin bir kıskançlık hissediyordu.”
“… sonra gözünün önünden bir hayal geçiyor; her zaman yanından geçerken ona gülümseyen genç kızı düşünüyordu. Birden, o zamana kadar duyulmamış bir kaygıyla: “Acaba?” dedi. Acaba aralarında bir şey var mıydı? Bunu şimdiye kadar bu derece derin düşünmemişti. Oysa o, kendisinden daha gençti. Ve belki de, bir gün kendisine rakip çıkabilirdi.”
“Ona alaycı bakışlarla gülümseyen bir genç kızın, gözünün önünde yükselen gepegenç heykelini görüyordu. O dururken kendisini mi sevecekti? Birden, bu kızı karşısında bir rakip hissiyle görmekten titredi. (…) Fakat nereye gitse, bu hayal onu izliyor; bütün düşüncelerinde onu rahatsız edip acı veren bu duygu, ruhunda gittikçe derinleşen bir kıskançlık yaratıyordu.”

Roman, bir kadında persekütuar ve kıskanç tip olarak harmanlanmış paranoid bozuklukları detaylı olarak ele alması ve yazarın bunu başarılı bir şekilde fiktif âleme aktarması bakımından yayımlandığı dönem için son derece önem teşkil ediyor. Ben okuduğum için memnunum ve kazançlı hissediyorum, size de öneririm.