İnsanoğlu, topluluk halinde yaşamaya uygun donanımla yaratılmıştır. İbn Tufeyl’in Hayy b. Yakazan’ı ve bundan mülhem, Daniel Dafeo tarafından yazılan Robinson Crusoe ‘u bir yana koyacak olursak, toplumdan tecrit edilerek tek başına, toplumdan ayrı bir mekânda yaşayan insan sayısı dikkate alınmayacak kadar azdır.
21. yüzyılın bilgisayarlara, akıllı telefonlara ve tabletlere sığan sanal ve dijital dünyasının etkisiyle toplum içinde olmasına rağmen, toplumdan olabildiğince yalıtılmış sanal dünyalarında yaşayan gençler ve orta yaş kuşağı meydana gelmiş durumda. Maalesef bizler de zaman zaman bu âlemin kolay, cazibeli, dünyasına kapılıp kıymetli ömrümüzün en kıymetli vakitlerini oyun ve eğlence ile geçirir olduk. Bu âlem, bıçak metaforuyla ifade edilecek olursa hem iyi hem de kötü şekilde kullanılabileceğini söyleyebiliriz. Bu, iyi amaçlarla da kötü amaçlarla da kullanılmaya müsait bir alan. Güzel kullanabilirsek ne ala yoksa farkında olmadan, dünyadaki en ayartıcı mahzuratlara akıllı telefonun ekranından ulaşabiliriz.
Peygamberimiz(sav) şöyle buyurmuştu: “ İki nimet vardır ki insanların birçoğu bu hususta aldanmıştır. Sağlık ve boş vakit.” .Bu iki nimet, elimizden yitip gidince ne kadar önemli olduğunun farkına varıyoruz. Bedenimiz alarm vermeye başlayınca sağlığımız aklımıza geliyor. Daha önce zinhar bizi alakadar etmeyen her şey hayatımızın en önemli parçası olup çıkıyor. İşlerimiz çoğaldığında, meşguliyetimiz göz açtırmadığında ise boş vakitlerimizi mumla arar hale geliyoruz. Rabbimiz, boş vaktin, insanların çok basitçe harcadıkları mühim bir sermaye olduğunu bize hatırlatmak için her işten sonra dinlenmeyi değil başka bir işe koyulmayı emrediyor: “ Bir işi bitirince hemen başka bir işe koyul. Rabbine rağbet et, yönel! ”Yani; İns ve Cin Şeytan’larının seninle kesif bir şekilde uğraşacağı boş bir vakit bırakma. Muhakkak kendine, ailene, çevrene, topluma faydalı bir meşguliyetle doldur. Şeytan’ın atlı ve yaya askerleri, gece gündüz vahyettiği saptırıcı velileri en rahat ve en çok boş vakti kullanırlar. Kulların ayaklarının kayması, aldanmaları ve sermayeyi kuyuya atmaları için en uygun zaman insanların boş oldukları andır. Şeytan, uzmanlık alanı olan bu sahada en güzel pasları alarak topu tam doksana takma hususunda çok mahirdir.
Ayette, boş vakitleri, rızayı ilahiyi kazanacak amellerle doldurmanın ehemmiyetine işaret etmek için “ Rabbine rağbet et!” buyuruluyor. Rağbetimiz kimeyse onu severiz, dilimiz onu zikreder, bedenimiz o yolda var olur, meclisinde durmaktan keyif alırız. Düşünce, davranış ve tutumlarımız rağbetimize göre şekillenir.
Kişi; kiminle arkadaşlık yapıyorsa onların huyunu-suyunu alır, hangi mecliste bulunuyorsa o meclisin boyasıyla boyanır, hangi çevre ile geçiriyorsa vaktini karganın kargaya benzediği gibi -simasına varana kadar – o topluluğa teşebbüh eder. Nisa suresinde kimlerle birlikte olmamız gerektiği şüpheye mahal bırakmayacak netlikte bildiriliyor: “ Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse Allah’ın kendilerine in’amda bulunduğu Nebiler, Sıddıklar, Şehitler ve Salihlerle birlikte olur. Onlar ne kadar güzel yol arkadaşıdır. Bu, Allah’ın bir lütfudur. Âlim olarak Allah kâfidir.” Bu ayet, Cennetteki en güzel arkadaşlığı haber verirken aynı zamanda bu dünyada hangi vasıflara sahip insanlarla birlikte olmamız gerektiğine işarette bulunuyor. Allah’ın kitabının temel referans kaynağı, Peygamberimizin en güzel örnek alındığı, risaletinin en önemli yönlerinden birisi olan sünnetinin kabul edildiği, vakıflarda, derneklerde, cemaatlerde, arkadaş gruplarında, ders ortamlarında bulunmanın ehemmiyeti son on yıllık tecrübe ile ortaya çıkmış sayılır.
Özü-sözü, içi-dışı bir; hem davasına hem kardeşliğine, hem arkadaşlığına hem bulunduğu meclise sadakat gösterecek insanlarla aynı hedefe yönelmeliyiz. Varlığıyla vahyin, ihlasın, takvanın, ubudiyetin, adaletin hakkaniyetin şahitliğini yapacak kişilerle aynı havayı teneffüs etmeliyiz. Kendisini salih amel işlemeye adamış, kalbi güzel, ruhu temiz, ihlası ve takvası zahirine sirayet ederek, yüzünde iman nuru parlayan salihlerle yola çıkmalıyız. Çürük meyvenin yanına konulan taze meyve de bir müddet sonra çürümeye başlar. Bu, toplumsal bir Sünnetullah’ın göstergesidir. Ecdadımız da bu hakikati “üzüm üzüme baka baka kararır.” şeklinde ifade etmiştir.
Sadakatin en mühim müşiri güzel ahlaktır. Ahlakı güzel olan kişilerin sadakati de kavi olur. Ka’b b. Malik ve arkadaşlarının Tebük seferinden önemsiz nedenlerle geri kalması ve daha sonra yaşadıkları olaylar tam bir sadakat örneğidir. Hem Rablerine hem de O’nun elçisine yalan söylemeyi imanlarına yediremeyen büyük insanların bu örnekliği Tevbe suresinde şöyle medh ediliyor: “Ey İman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının. Sadıklarla beraber olun. ”Rabbine karşı sadık, Resulullah’a karşı sadık, inandığı kitabına sadık, imanında sadık, sözünde sadık, amelinde sadık, va’dinde sadık, ahdinde sadık, gizlide ve açıkta sadık, amellerinde sadık…
Bize iyiyi-kötüyü, hakkı-hakikati, marufu-münkeri belletecek, imanımızı takviye edecek, kulluk şuurumuzu ziyadeleştirecek ders, arkadaş, sohbet halkalarının müdavimleri olmak büyük bir imkândır. Şayet etrafımızda başlamış bir çalışma varsa bir ucundan tutmalı, yoksa biz başlatmalıyız. Bazı cemaatlerin hatalarını tembelliğimize sütre yapamayız.
Mevcut konjonktüre göre davranırsak imanımızın, ahlakımızın günden güne değişime uğradığına, şahsiyetimiz ve karakterimizin başkalaştığına şahit olmaktan kurtulamayız. Hafizanallah, kalplerimiz Allah’ı unutan kişilerin kalpleri gibi gaflet perdesiyle perdelenir, telafisi mümkün olmayan büyük bir hüsrana uğrarız.
İmanını kaybeden sadece ahiretini kaybetmekle kalmaz, bu dünyadaki mutluluğunu da kaybeder. Nihayetinde geçmek bilmez bir acı, iyileşmez bir yara, tüm benliğini saran büyük bir hicranla yanar kavrulur.