Uzungöl dönüşünde Hamsiköy'e uğrayıp akşam 10 da Artvin'i geçip Batum'a kavuşan Sahil Yoluna çok yakın, denize nazır bir konumda kâin Rize Öğretmenevine ulaştık... Trabzon Öğretmenevinden daha güzel mevkie sahip. Oteli daha muntazam. Tek eksiği akşam yemeği olmamasıydı... Biz de meydandaki bir lokantada karnımızı doyurup öğretmenevine geldik... Yeğenim de aynı yerde nazil imiş... Bir saat kadar çay bahçesinde sohbet edip istirahata çekildik...
Sabah erkenden kalkıp kahvaltıdan sonra doğrudan Batum'a gitmeyi planlamıştık... Zira sınırdan araçla mı yoksa tur şirketleri vasıtasıyla mı geçeceğimize henüz karar vermemiştik. Sınırdaki duruma göre zuhurata tabi olacaktık... Rize’den Sarp sınır kapısı yakın sayılır... Mucur-Kayseri arası kadar bir mesafe... Hopa’daki döviz bürolarında Gürcistan 'ın para birimi olan Lari(1 Lari 12.8 Türk Lirası)aldık...
Rize den sınıra kadar yollar çok güzeldi... Araç trafiği sakin sayılırdı... Bir yanımızda yeşil bir yanımızda da mavi ile yeşilin türevi renk cümbüşü içinde hududa geldik... Aracı koyacak yer bulmak sıkıntılıydı. O anda zuhurata tabi olup araçla geçmeye karar verdik.15 günlüğü 30 Lari ‘ye araba sigortası yaptırdıktan sonra Gürcistan tarafına hususi taksi ile geçmenin daha kolay ve avantajlı olduğunu söylemek lazım. Elbette gümrükten çıkmak için iki saatlik bekleme müddetini göze alarak bu işe girişilmeli... Kendi ülkemizde imişçesine geçtiğimiz yerleri inceleyerek Batum'a vasıl olduk...
Telefonlarımızı uçak moduna aldığımız için navigasyondan sınırlı şekilde yararlanmak mümkün oldu. Konum takibi yaparak Batum'a girdik. Yolları ve trafik düzeni berbattı... Yol boyunca sıralanmış abartılı sayıdaki lastikçiler dikkatimizi çekti.
Aracı park edip alel akdam gezmek en iyisi idi... Biz de öyle yapmak maksadıyla arabamıza Avrupa Meydanı çevresinde yer aramaya başladık. Biraz sonra gözümüze şişman mı şişman, yaşlı bir değnekçinin elini kaldırışı çekti. Bize yer gösteriyordu... Canımıza minnet bilip yanına vardık. 5 saati 10 Lari diyecek, sorduğumuz basit sorulara cümle kurmadan üç-beş Türkçe sözcük ile cevap verecek kadar Türkçe bilmesi işimizi kolaylaştırdı.
Batumla özdeşleşmiş Ali ile Nino heykeli, Avrupa Meydanı, Osmanlı Saati, Sultan Abdülaziz devrinde inşa edilmiş olan Osmanlı camisi, Türk lokantaları eliyle işaret ederek gösterdi... Botanik bahçesi çok uzakta deyince aracı park ettiğimiz yerden çıkarmayı riskli gördüğümden dolayı orayı pas geçtik... Adam hızını alamayıp bize başka yerleri de yarı Türkçe yarı Gürcüce anlatmaya başladı. Şurada şu var, burada bu var şeklinde anlatırken birden arka tarafa doğru dönüp bar, masaj, disko, dans dedi gülerek ve hafif bel /omuz ve el hareketleri ile de pekiştirdi sözlerini... Damat, daha adam sözünü bitirmeden "Geç onları hacı abi bizde onlar yok " diyerek daha fazla münker anlatmasına müsaade etmedi...
Adam 10 Lari yi alır almaz üç kat yağ tabakası ve katlar arası burunlu /girinti ve bağlantılı, tişörtü ile şortu arasında bir karışlık açıklık bulunan koca göbeğini gere gere oradan uzaklaştı, gitti.... Muhtemelen sıkça gördüğümüz gibi şarap alıp kafayı çekeceği sakin bir yere atmıştır kendini diye geçti içimden.
RİZE/BATUM İZLENİMLERİ
Aracımızı Avrupa Meydanı'na çok yakın alana park ettikten sonra sahile doğru 500 metre kadar yürüyerek geldik... Çok büyük bir seyir kulesi dikkatimi çekti. Görevli 30 Lari olduğunu söyleyince hevesim kırıldı. Yukarıdan göreceğimiz ne varsa aşağıdan da görebiliriz diye ikna ettim kendimi fakat esasında 300 Lari almıştık yanımıza ve daha yeni başlamıştık geziye... Sahil boyunca sıralanmış hediyelik eşya satılan dükkânlara bakınarak yürürken az ileride, neredeyse Batum'un simgesi haline gelmiş olan
metalden mamul, Ali ile Nino'nun heykelinin bulunduğu alanı gördük. Kahır ekserisini Türklerin oluşturduğu turistler kafileler hâlinde geziyorlardı. Vapur gezisinin başlangıcı da çok hareketliydi..
Yürüme yolu, sağlı-sollu muhtelif meyve kokteyli satan seyyar satıcılarla doluydu. Bir bardak karışık meyve bardağı 5 Lari ile 10 Lari arasında değişiyordu. Hava çok sıcaktı. Üstüne üstlük yoğun bir nem hissediliyordu... Bunaltıcı nemli hava yürüyecek takat bırakmayınca
bir süpermarketin çevresindeki parklarda bulunan ağaçların gölgesine sığındık... Satıcılardan satın aldığımız soğuk suları içerek bir müddet00ü dinlendik.
Etrafı seyrederken çevresi çimlerle kaplı bir saat kulesi dikkatimi çekti. Şerefe benzeri halkalarındaki motifler Osmanlı devletinin Tanzimat sonrası mimarisinden esintiler taşıyordu. Aramızdaki mesafe çok uzak sayılmazdı. Saat kulesinin dış duvarlarının -hususiyetle- insanın yetişebileceği yerlerine kril alfabesiyle çeşitli yazılar yazılmıştı. Bir kapısı, iki /üç demir parmaklığı vardı. Saat Mescid i Nebevî'deki Osmanlı Saatine benziyordu; hatta aynısıydı.
Kapının önünde orta yaşta üç Gürcü yarı uzanmış bir vaziyette kahkahalar atarak sohbet ediyorlardı. İçerisi, yılların değil asırların kirini, pasını taşıyan berbat bir meşhed arz ediyordu. Ortada yatan adamın elinde büyükçe bir şarap şişesi yarıya kadar içilmişti. Hemen yanında yan duran boş bir içki şişesi mevcuttu. Adam bir yandan şişeyi tepesine dikerken bir yandan da ağzını yamultarak anlamsız cümleler kurup duruyordu. Yanındakiler de ona eşlik ediyorlardı.
Orada birkaç poz fotoğraf çekerek ailemin yanına geldim. Osmanlı mescidinin bulunduğu cihete doğru beş dakikalık bir yürüyüş kâfi geldi... Minaresi görünüyordu lakin medhalini bulmak o kadar kolay olmadı. Mescid, her tarafı ağzına kadar dolu Türk lokantaları ile çok ziyaret edilen tarihi ve turistik mekânlardan birisiydi...
(DEVAM EDECEK)