PLEVNE’NİN SÜKÛTUNDAN SONRA...

SULTAN ABDÜLHAMİD SANSÜRÜ NEDENİYLE DÖNEMİNDE 93 HARBİ KONUSUNDA ÜLKEDE ELEŞTİREL YAZI YAZILAMADI...

 “Osmanlılar için en uygun tedbir, düşmanın İstanbul’a yanaşmasına meydan vermemek için ciddi mukavemet göstermek ve bunun için de Balkan’ın güneyinde 2. Bir Plevne vücuda getirmek idi. Eğer bu maksada muvaffak olunsaydı Ruslar savaşın bu aşamasında Osmanlılar için uygun bir barış akdine razı olacaklardı.

Çünkü 8 aydan beri devam eden savaştan yorulmuşlar, pek çok zayiat vermişlerdi. Hele şu savaşta Maliye yönü pek fenaydı. Savaş masrafları nedeniyle Rusya Maliyesi iflas derecesine gelmişti. Savaştaki askerin elbiseleri perişan, erzak ve cephanesi de daha 5-6 ay savaşın devamına müsait değildi. Özellikle şu kış mevsiminde asker yorgun ve savaşın zahmetine katlanmak istemiyordu. Binaenaleyh şu sıralar Osmanlılar için en iyi tedbir, vakit kazanmak ve savaşı bir müddet daha uzatmak idi. [1]

Padişahın Süleyman Hüsnü Paşa’nın sadakatine emniyeti olmadığından bu şahsın makul olan tedbirlerine önem ve onay vermeyerek kendi mülahazaları ve teşvikçileri olan vükelânın fikirleriyle Plevne’nin düşmesinden sonra Osmanlı kuvvetlerinin Balkan ile Edirne arasında toplamağa izin vermedi. Bu yüzden Osmanlıların her taraftaki zayıflığını gören düşman kesin bir taarruz hareketinden geri kalmadı. İleriye yürüdü. Ruslarla temasta olan Osmanlı Ordusu Rusların önünden kaçarken, uzakta çokluk halinde bulunan diğer Osmanlı ordusu, hareket için emir almadığından bu hale seyirci olup bakıyordu.

Plevne’nin düşmesi, zaten savaş hakkında muayyen fikirleri olmayan vükelâ ve ümeramızı büsbütün şaşırttı. Bundan sonra ne yapılmak, yani savaşa devam mı? Ruslardan barış istemek mi?

Bazıları savaşa devam diğerleri barış imzalamak yanlısı idi. Ruslarla mütareke ve barış yapılmasını isteyenler arasında pek çok Saraylı ve özellikle bir zaman Seraskerlik Makamında olan Rauf Paşa da vardı. Padişah da bu fikirdeydi. Müracaat için uygun bir zaman kolluyordu. Aralık ayının 28’inde ( 9 Ocak 1878) meydana gelen Şıpka yenilgisinden sonra savaşın devamını isteyen vükela da barış isteme yanlısı oldular. Bunun üzerine 1 Ocak  ( 13 Ocak 1878) de Abdülhamid, Plevne’nin düşüşünden sonra Petersburg’a dönmüş olan Çar II. Aleksandır’a şu mealde bir telgraf gönderdi:

“Komşuluk münasebetiyle daimi bir barışta bulunmaya mecbur olan hükumetimiz, birçok istenmeyen hallerin zorlamasıyla bu zamanda savaşa en çok teessüf eden benim. İnsani hisleri tescilli olan zât-ı haşmetpenahilerine müracaat ederek, şu muharebeye bir an evvel son verilmesini rica ederim.“

Çar bu telgrafa iki gün sonra şu cevabı verdi:

“Zat-ı şahanenin arzu ve hissiyatına kendisi de iştirak ettiğini, fakat Grandük’ün elinde bulunan Barış Şartları, Bâbıâlice kabul edilmeyince mütarekeye razı olmayacağını” bildiriyordu. [2]

Osmanlı Hükumetini her ne suretle olursa olsun en seri şekilde barışa zorlayan sebeplerin başında, başkentteki durum idi. Savaşın devamında başkent ahalisi pek büyük fedakârlık ediyor idiyse de Rumeli bozgunluğundan sonra payitahta gelen 200.000’den fazla Rumeli muhaciri İstanbul’un durumunu kötüleştirmişti. Bunları yerleştirmeye evler bulunamayıp, büyük çoğunluğu bu kış mevsiminde sokaklarda, çamurlarda kalıyor, verilen erzakın azlığından ve sair sebeplerden hastalıklar meydana gelmişti. Bu durum İstanbul halkını dehşetler içinde bırakmakta idi.

Bu durum üst makamlardaki vükelâya da dehşetler vermekte özellikle Padişah pek büyük korku ve heyecan içerisindeydi. Çünkü bu hal pek büyük bir fitneye sebep olabilirdi. O günlerde İstanbul’da idareden şikâyetçi epey insan vardı. Padişah, cülusundan beri her ahvale karşı gereken tedbiri alıyor idiyse de bir kere İstanbul’da bir isyan patlarsa bunun neye mal olacağını kimse kestiremezdi. Özellikle halkın büyük çoğunluğu, bilhassa Rumeli muhacirleri savaşta bulunduklarından harp esnasında Merkezi Hükumetin yaptığı cinayetleri pek âla biliyorlardı. Bu muhacirlerin tamamı hükumetin, özellikle sarayın aleyhindeydiler.

Padişah buralarını bilmez değildi. Kendisince en uygun çare bir an evvel barış yapıp fenalığın önüne geçmekti. Bu maksat için Rus karargâhına gönderilen Namık ve Server Paşalara geniş yetki ve salahiyet verdi. Ruslar ne teklif ederlerse etsinler hepsini kabule mezun idiler.[3]

Plevne’deki zayiatlar üzerine Çar’ın fırçaladığı ve Petersburg’a gönderdiği eski İstanbul Sefiri Nikolay Pavloviç İgnatiyef de Çar Aleksandır tarafından antlaşma için görevlendirildi.[4] Ayastefanos Antlaşması için Yeşilköy’e gelmişti. Anlaşma metinleri onun dikte etmesiyle oluşturuldu.

Edirne’de Mütareke imzalandıktan sonra yeni talimat almak üzere İstanbul’a hareket eden Namık ve Server Paşalar gelir gelmez Server Paşa görevinden azledildi. [5] Yerine Safvet Paşa tayin olundu.

Osmanlı murahhasları ağır anlaşma şartları konusunda direnç gösterdilerse de, Rus askerinin İstanbul önünde konuşlanmış olmasından ve Osmanlı Hükumetinin her ne şartlarda olursa olsun barış imzalayıp Rusları İstanbul önünden uzaklaşmasını istiyordu. Rus Heyeti, Şubatın 19’u (Miladi 3 Mart 1878) Çar II. Aleksandır’ın doğum günü Ayastefanos Antlaşmasının imzalanmasında tehditkâr ifadeler kullandılar.

3 Mart 1878 günü imza saati geldiğinde Safvet Paşa’nın gözleri dolmuş, kendini zor tutuyordu. Herkes sırasıyla imzalamaya başladığı zaman sıra kendisine geldiğinde, adı geçen Paşa dayanamayarak odanın bir köşesinde uzun müddet hüngür hüngür ağladı. Bu esnada odaya giren Grandük Nikola üzüntüyle kendisine nasihat içeren birkaç söz söyledi. Paşa biraz kendisini toplayarak, masaya gelip anlaşmayı imzaladı. [6]

**

Ferik Mahmud Muhtar Paşa[7], “İstanbul’un Karadeniz’den hücumu ve Müdafaası hakkında Birkaç Söz” adlı bu eserini, Abdülhamid’in şerrinden emin olmak için Fransızca yazmış, Fransızcadan Türkçeye tercümesini yapan da sadece adının baş harflerini ( A. F) ( Bir yerde A. Fuad olduğu yazılmış olduğuna rastladım) yazmışsa ve eser Abdülhamid tahttan indirilip de Selanik’e sürgün edildikten sonra 1326 (1910) da, Kütüphane-i İslam ve Askeri Tüccarzade İbrahim Hilmi neşretmiştir.

Eserinin başındaki şu veciz sözünü de nakledeyim:

“Suret-i Umumiyede yarım milyon nüfuslu şehirler silah zoruyla zapt edilmezler. Bunlar kendi kendilerine sükût ederler.”

Kitap 1877-78 harbi ile ilgili olmasına rağmen kapağındaki şu kamuflaj baskı rejiminin meydana getirdiği korkunun ibresini oluşturuyor:

“Moltke- Osmanlı-Rus Harbi 1828-29”

“…Rus Ordusu Çatalca’ya 100.000 kişi ile gelmişti ki, bu kuvvet İstanbul önündeki Rus kuvâ-yı askeriyesinin azami haddini gösteriyordu.”

“Hükûmetin siyasi tedbirlerinde Devlet-i Aliye Süleyman Paşa ordusunun hezimetinden, bu ordunun İstanbul’un müdafaası için nakledilinceye kadar kıymettar bir vakit kazanmış idi ki bu vakitten Payitaht önündeki araziyi tahkim etmek için istifade olunmuştu. Ruslar Ayastefanos’a kadar ilerlemeye cesaret ettikleri zaman Osmanlılar eğer isteselerdi Rusları pekâlâ men ve durdurabilirlerdi. Bilhassa Mart ayının nihayetine doğru Devlet-i Osmaniye’nin vaziyet-i siyasiye ve askeriyesi o derece yükselmişti ki, düşmanlık tekrar başladığı halde bütün başarı ihtimalleri kendi tarafında olacaktı.

Gerçekte bu harpte arzuları hilafına olarak Devlet-i Aliye aleyhine sürüklenen Romanyalılar Besarabya maddesinden dolayı Ruslarla boğuşmağa amade idi. Sonra İngiltere vardı ki Rusya aleyhine harbe iştirak etmeye hazırdı. İngiltere bir şey yapmasa bile hiç olmazsa şu faydayı bahş ediyordu ki, Ruslar karaya asker çıkarılmak korku ve daimi endişesi ile Akdeniz, Marmara, Karadeniz sahillerine büyük kuvvet ayırmak mecburiyetinde idi.

El-hâsıl Avusturya hükumeti savaş taraftarı tavrıyla Moskof kuvvetlerinden çoğunu muattal bir halde bırakmağa muvaffak oluyordu.”

“İstanbul önünde muzafferâne bir mukavemet icrası imkânını ispat etmek için, Plevne’de 40.000 Osmanlı askerinin 150.000 kişiye yakın bir düşman ordusunun tekmil hücumlarına mukavemet eylemiş olduğunu hatırlamak yeterli olur. Hâlbuki İstanbul ordusu daha çoktu. Ve imkânın müsait olabileceği kadar güzel dayanağa sahipti. Binaenaleyh Plevne ordusuna nazaran pek çok müsait şartlar ve vaziyet altında savaşı kabul edebilirdi. Karşısındaki düşman uzun ulaşım hatlarından dolayı bîtâp bir haldeydi. Rusların düçar olacağı en ufak başarısızlık kesin bir ric’ate sebebiyet verebilirdi. Bu kadar uzun bir ric’atin ise hadd-i zatında o kadar talihsizlikleri vardır ki kurtulmak gayr-i kâbildir.”

“Rus ordusunun ulaşımının uzunluğundan hâsıl olan zafiyete dair eda ettiğimiz bir misal, Devlet-i Aliye düşman ordusunun gerilerinde biraz çete harbi tertip ettiği halde bu gibi teşebbüslerden ne kadar büyük neticeler hâsıl edeceğini gösterir.”

“Nisan nihayetine doğru Süleyman Paşa ordusuyla Niş savunma kuvvetine mensup olan askerlerden oluşan çeteler, Pomak ve Yörüklerle takviye edilmiş oldukları halde Arda havzasıyla Rodop Dağlarında zuhur etmişler, Rusların ulaşım hatlarını ciddi bir surette taciz ederek Rus kıtalarının menziliyle birçok müsademeler yapmışlardı. Ruslar bir türlü bunlarla başa çıkamamışlardı. En sonunda muhtelif devletlerin İstanbul’daki ataşe-militerlerinden oluşan bir komisyon, olay mahalline giderek çetelerin taleplerini yerine getirmeye mecbur olmuşlardı. ”

“Bu durum barış görüşmeleri esnasında oluyordu. Tasavvur etmeli ki bu gibi girişimler usul ve intizam dairesinde icra edilmiş ve İstanbul önündeki Rus ordusu, istihkâmlara yerleşmiş olan her nevi erzak ve cephanesi bol 40-60 bin kişi tarafından âciz ve muattal bir halde bulundurulur iken Osmanlı ordusu veya müttefika Bolayır veya Varna’ya ihraç edilerek Rusların bağlantılarını doğrudan doğruya tehdit etmiş olsaydı, Rusların vaziyeti ne kadar müşkül olacaktı.”

Rusthof adlı Rus tarihçi “Şark Harbi” adlı eserinde;

“Kış esnasında, askeri kıtalar büyük zorluklara duçar olmuşlardı. Onunla beraber o kadar çok zayiatları yoktu. Fakat birçok kuvvetler sarf ettiğinden ve büyük zahmetlerden sonra birden bire nispeten istirahate geçildiği zaman ekseriya vaki olan hal, Rus ordusunda da müşahede edilmişti. Evvelce sarf edilen büyük mesai esnasındakine nazaran mukayese kabul etmez bir derece hızla yayılan hastalıklar meydana gelmişti.” [8]

Yaklaşık 50.000 Rus askeri tifüsten yatıyordu ki bu genel mevcudun yüzde 45’ i idi. Kafkas cephesinde de durum bundan farklı değildi. Kafkas cephesinde de durum bundan farklı değildi. “Kafkas Cephesinde General Melikoff ordusunun yüzde 40 miktarını tifüs ile soğuktan kaybettiğini bana kendisi söylemişti.” [9] 

“Eğer, Plevne’nin ve Balkan hattının düşmesinden sonra Osmanlı orduları her iki cenahı denize dayanan Çatalca hattına çekilmiş ve orada savunmayı tercih edeydi, savaşın talihi değişirdi.”

“Zayıf bir hale duçar olan Rus ordusu ne Müstahkem hatları zapt edebilecek ne de çevirme yapabilecekti. Özellikle İngiltere Babıali’ye yalnız siyasi notalarla değil bilfiil dahi destek vermeye karar vermişti. Düşman filoları, saldıranın her iki yanlarını tehdit edebilirdi. Ve dâima Türklerin ellerinde kalmış olan Kal’a-i Erbaa’da kolaylıkla toplanılabilecek olan Müttefik ordusunun ileri bir yola girişmesi galip hasmı mutlak ric’ate zorlardı.” [10]

[1] Ahmed Saib, Son Osmanlı Rus Muharebesi, Mısır, Hindiye Matbaası, 1327 sh: 305-306

[2] Ahmed Saib, a.g.e.sh: 324-325

[3] Ahmed Saib, Son Osmanlı Rus Muharebesi, Mısır, Hindiye Matbaası, 1327 sh: 344

[4] Ahmed Saib, a.g.e sh: 347

[5] Bunun sebebi Paşa Kızanlıktan itibaren temasta olduğu Rus Heyetine sık sık: “Bu savaşa bizi İngilizler kışkırttı. Başımıza gelen bu fenalık onların yüzünden geldi” demesi ve bunun da İngiliz Hükumeti tarafından duyulması üzerine İngilizlerin isteği üzerine azledildi. Ahmed Saib a.g.e. sh: 351

[6] Ahmed Saib a.g.e sh: 357-358

[7] 1867 yılında İstanbul'da doğmuştur, 93 Harbi'nde Kafkas Cephesi Komutanı ve Sadrazam Ahmed Muhtar Paşa'nın oğludur. 1885'te Harbiye'ye girdi, daha sonra Almanya'ya gönderilerek 1888'de Metz Harbiyesi'ni bitirdi. Teğmen olarak Prusya Kraliyet Ordusu'nda görev aldı. İstanbul'a döndüğünde Harbiye'de, Erkân-ı Harbiye'nin Görevleri dersini okuttu.

1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda miralay rütbesiyle Velestin, Çatalca ve Dömeke savaşlarında bulundu. 1900 yıllarında Fransız Büyük Manevraları'nda Osmanlı Ordusu'nu temsil etti. Aynı yıl piyade dairesi ikinci başkanlığına getirildi. 1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilânından sonra ferik-î evvel rütbesi ile Hassa Ordusu Birinci Fırkası'nın komutanlığına getirildi, 31 Mart Vakası'nın bastırılmasında başarılar gösterdi.

17 Eylül 1909 tarihinde Aydın valiliğine atandı, 2 Ekim 1910 tarihinde de Bahriye Nazırlığına getirildi. İbrahim Hakkı Paşa kabinesiyle birlikte nazırlık görevinden de ayrıldı. 1912 ortalarında babası Gazi Ahmet Muhtar Paşa reisliğindeki kabinede tekrar Bahriye Nazırlığına getirildi, Balkan Savaşları’nda Şark Ordusu'na bağlı 3. Ordu'ya komuta etti. Kırkkilise Muharebesi, Lüleburgaz Muharebesi ve Birinci Çatalca Muharebesi'nde çarpışmalara katıldı. Birinci Çatalca Muharebesi'nde savaş esnasında savunmadaki birliklerini denetlerken Bulgar saldırısı neticesi ağır şekilde yaralandı ve gazi unvanıyla görevinden ayrıldı. 1913'te Berlin'e büyükelçi olarak tayin edildi.

Enver Paşa ile anlaşmazlıklarından dolayı 1917 yılında bütün görevlerinden istifa ederek İstanbul'dan ayrıldı. İstanbul'a bir daha dönmedi ve İskenderiye, Mısır ve Avrupa'da yaşadı. 1935 yılında İskenderiye'den Napoli'ye giderken yolda gemide öldü Kahire'de defnedildi.

https://tr.wikipedia.org (Erişim: 24/08/2023)

[8] Ferik Mahmud Muhtar Paşa, İstanbul’un Karadeniz’den hücumu ve Müdafaası hakkında Birkaç Söz, neşreden Tüccarzade İbrahim Hilmi, İst- 1326 Sh:16-19

[9]   Charles S Ryan, Plevne’de bir Avusturalyalı, T.İş bank yy İst-2005 sh: 289

[10] Mahmud Muhtar Paşa, a.g.e sh:21