PEYGAMBERİMİZİN ÖRNEKLİĞİ ÜZERİNE

İslam, ilk insan Hz. Âdem(as)’den günümüze değin temel inanç esasları bakımından aynen süregelmiştir. İnsanlığın gelişimi ile peygamberlerin getirdiği Şeriatta kısmi değişiklikler yapılmıştır. Allah’ın vaz ettiği şeri hukukun genel adı şeriattır. Nuh şeriatı ile başlayan esas şeri ahkâm Musa, İbrahim, İsa ve son peygamber Hz. Muhammed(sav) ile en mükemmel hale gelmiştir. Bundan sonra yeni bir peygamber ve vahiy gelmeyeceği için şeri ahkâmın( temel rükünlere zarar vermeksizin) zamanın ruhuna uygun olarak nasıl yorumlanacağı meselesi İslam tarihi içerisinde fıkıh ilminin gelişimine yol açmıştır. Fakihler, Şeri ahkâmı dört temel delile istinat ettirmişlerdir. Bunlar; Kur’an-ı Kerim, Sünnet-i Resul, icma- ve içtihat… Bazı mezhep ekollerinde, bu dört temel kaynağın yanında Medinelilerin amelleri, önceki milletlerin şeriatı, sahabe sözü, seddi zerai vb deliller de hükmün dayanağı olarak kabul edilmektedir.

Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim, İslami hükümlerin temelidir. Bir şeyin hükmü ile alakalı ilk bakılması gereken kaynaktır. Ahkâmın menbaı ve masdarıdır. Şayet hükme medar olacak bir delil bulunamazsa sünnete müracaat edilir. Sünnetten de sadra şifa bir delil bulunamazsa icma deliline bakılır. İcma da meseleyi çözmeye kâfi gelmez ise ana delillerden yola çıkarak makasıd merkezli bir bakışla içtihat edilir. İçtihat, geçmişte Müslümanların büyük küçük bütün problemlerini çözen sihirli bir anahtar iken zamanla donukluğun ve çağdaş sorunlara cevap verememenin sebebi olmuştur. Zamanın akışının Allah’ın ayetlerinden biri olduğuna, hayat aktığına, zaman geçtiğine göre değişen şartları dikkate alan yeni ve devingen bir teceddüd anlayışı ümmet arasında hâkim olsaydı halimiz böyle mi olurdu! Mazideki hukuki çabalardan hareketle ve yeni bir gayretle, problemler İslam dairesi içinde hallolsaydı, İslam hukuku tarihte kalmaz, çağa taşınabilirdi. Lakin mutaassıp fakihlerin, fıkhî hükümleri taklit, şerh ve haşiye seviyesinde ele almalarıyla tembellik ve korkaklık duvarları örülmüş oldu. İyi niyetle içtihat kapısını kapatanlar İslam hukukunu(fıkıh) derin dondurucuya hapsettiklerinin farkına varamadılar. Tarihi tecrübemiz üzerine çok şey söylenebilir. Hatalar sayılıp dökülebilir ancak günümüzde yapılması gerekenler üzerine yoğunlaşmak daha isabetli bir tutumdur.

Sünnetin şeri hükümlerin ikinci kaynağı olduğuna yönelik tarihsel süreçte herhangi bir itiraz dillendirilmemiştir; fakat son iki asırdan beri –özellikle – müsteşriklerin kasıtlı ve garezli iddialarından etkilenen kimi Müslümanların şüpheye düştükleri görülmektedir. Bir kısmının ise modern hayatın paradigmasına uygun bir İslam yorumuna Sünnetin engel olduğunun farkına vardıkları ve çözüm yolu olarak hadisleri keyfe keder bir tarzda reddettikleri ve bu yola da “Kur’an’a arz ediyoruz” dediklerine şahit oluyoruz. Keşke böyle olsa ama hakikatte böyle olmuyor. Kur’an’a arz edilen hadisler aslında o kişinin Kur’an’dan anladığına, anladığı lafzi tercümeye ve en kötüsü de kişinin dünya görüşüne arz ediliyor. Daha vahimi ise ayetler tevil edildikten (hadisi reddetmek için zemin oluşturulduktan ) sonra arz ediliyor. Hem ayetler, her insanda aynı aksül amelde bulunmuyor hem de işin içine heva ve heves faktörü giriyor. Kimi ilahiyat kökenli hocaların oryantalistlerin tenkitlerinden ve modern kabullerden etkilenerek alelacele hadislere ta’n ettikleri meçhul değil.

Hadisler hangi raviler vasıtasıyla bize intikal etmiş ise Kur’an da aynı kanaldan ulaşmıştır. Mesele sadece hadisleri ortadan kaldırıp ideolojimizle tetabuk eden bir din yorumu ortaya koymakla kalmaz. Çünkü asıl hedef İslam’ın bizatihi kendisidir. Hülefa-i Raşidiyn, sahabe, tabiin, te’bu tabiiyn, mezhep imamları, içtihat ehli âlimler, hadisleri tedvin eden muhaddisler, cerh ve tadil erbabı güven erozyonuna uğradığı vakit temel kökten çöker diye büyük bir hesapla başlayan Sünneti devreden çıkarma operasyonu Müslümanların maruz kaldığı en ciddi saldırıdır. Elbette usulünce hadisler cerh ve tadile tabi tutularak illetli olanları ayıklanmalıdır; nitekim tarih boyunca mutedil, rabbani âlimlerin metodu da bu olmuştur. Hatta ilk mevzuat( Nebi adına uydurulan sözleri cem eden )kitapları da muhaddisler yazmıştır. Buhari ve Müslim on binlerce hadis içerisinde seçerek sünenlerini tedvin etmişlerdir. Diğer hadis mecmuaları da böyledir. Elbette her hadisin

sıhhat derecesi aynı değildir. Amel edilemeyecek münker, metruk, zayıf hadisler de bulunmaktadır. Dahası ilk bakışta birbiriyle tearuz edenler bile vardır. Ancak bu hadislerin arasını cem etmek için telif edilen şerhlerde bu çatışma izale edilmiş, problemi devam edenler ise öylece bırakılmış ve amelden sakıt kılınmıştır.

Resulullah’tan bize ulaşan hadis külliyatından Buhari, Müslim, Nesei, Ebu Davud, İbn Mace ve Tirmizi’ye Kütübü’s Sitte (altı kitap) denilmektedir. Bu külliyata Muvatta, Müsned ve Darimi de eklenince kitap sayısı dokuza çıkmakta ve Kütübü’t Tıs’a denilmektedir. Bunların dışında da farklı hadis mecmuaları bulunmaktadır. Tarih boyunca hadisler hem senet hem de metin yönünden cerh ve tadile tabi tutularak sahihleri ihtiva eden büyük eserler telif edilmiştir. Mesela Şevkani sadece ahkâm hadislerini cem ederek Neyl’ül Evtar isimli muhalled eserini telif etmiştir. Büyük muhaddis İbn Hacer el Askalanî ahkâm hadislerini ihtiva eden Buluğu’l Meram’ı cem etmiştir.

Bir Müslüman çok süslü fakat aldatıcı bir söz olan- kendisiyle batıl murat olunan Hak söz- “ Bize Kur’an yeter!”, “ Sadece Kur’an!” vb. cümleler maalesef kötü maksatları gizleyen bir sütreye dönüşmüştür. Resulullah’ın örnekliğini yok saymanın başlangıç seviyesi bu anlayıştır. Bu anlayış sahiplerinin hedefi gerçekten Allah’ın Kitabına teslim olmak olsa ne ala der geçeriz lakin ayetleri ters yüz ettirip manaya beş on takla attırdıktan sonra yeni bir hüküm ihdas ediyorlar ki ayetleri tahrif de böyle yapılmıştır . Yahudiler’in kınandıkları tahrif de budur: Kelimeleri konuldukları yerden başka bağlama taşıyıp tevil cihetine gitmek. Kulağa hoş gelen Kur’an İslam’ı, Kurancılık akımlarını, 18. ve 19 yy. Hint Alt Kıtası’nda, tarihte yaşanmış örneğini olan, İngilizlerin desteğiyle hayata geçirilen, Kuraniyyun hareketini incelemeden doğru bir şekilde anlamak kolay değil. Müzahref propagandaya kanıp Kur’an’a tabi olduğunuzu zannedip, birilerinin heva, heves ve yanlış kavrayışlarına tabi olabilirsiniz..

Toplumda yaşanan kafa ve kavram kargaşasının temelinde İslami ıstılahları, kelimeleri ve rükünleri ümmetin sözlü, yazılı ve tatbiki hafızasında oturmuş anlamının dışında başka anlamlarla izah etmek vardır. Şu noktanın da gözden kaçırılmaması lazımdır. Ağızlarında -hayatlarında değil- zahiren Kur’an’ı düşürmeyenlerin ekserisi modernizmin normlarına, resmi ideolojinin dogmalarına tam bir teslimiyetle teslim olmuşlardır. Bir yandan hayatın dışında, keyfe keder, arzulara uygun, günahla barışık, ibadetle mesafeli, sisteme eklemlenmiş bir Müslümanlık nefisleri okşarken diğer taraftan da Resulullah’a itaat etme, ona tabi olma emri Kur’an-ı Kerimdeki onlarca ayette dururken millet ne yapsın!

Kuran-ı Kerim ayetleri dikkatlice incelendiği zaman peygamberimizin beş temel vazifesi olduğu görülmektedir. Bunlar; risalet görevinin gereği olarak insanları Yüce Allah’a ibadete davet ederken, aldığı vahyi insanlara tebliğ, tebliğ ettiği vahiydeki mücmel ve müphem konuları tebyin, ibadetlere dair emirlerin tatbikatını ta’lim, şirk, küfür, nifak vb hallerden tezkiye etmek şeklinde zikredilebilir.

Resulullah’a itaat etmek, tabi olmak her Müslüman’a farzdır. Aksi halde küfürle neticelenecek bir akıbet kaçınılmaz olur. Yani, bir kimse Hz. Nebi (sav)’ye muhalefet ederek Müslüman kalamaz. İhtilaf; O’nun sünnetine uyup uymama noktasında cereyan ediyorsa durum vahim demektir. İhtilaf, O’na nispet edilen hadislerin sübutu üzerinde vaki ise anlayış farklılıklarının teşekkülü pek tabiidir. Bu mevzuda İmam Malik’in sözü kulaklara küpe olmalıdır: “ Sünnet, Nuh’un gemisi gibidir. Kim binerse kurtulur kim de ondan geri kalırsa boğulur.”. “ Herkesin sözü alınır da reddedilir de…( Peygamberimizin kabrini göstererek ) Ancak şu kabrin sahibi hariç!”.

Ulema arasında hadislerin sıhhati üzerine bir takım görüş ayrılıkları bulunduğu malumdur. Hadislerin sahih ya da mevzu olup olmadığıyla alakalı muhtelif metotlar kullanılmıştır. Bir kısım âlimler ravi zincirini esas alıp metin tenkidinde gevşek kalırken bazıları senet ne kadar kuvvetli,

raviler ne kadar sika olursa olsun metin tenkidine ağırlık vermişlerdir. Bu merhaleden sonra hadisin Resulullah’tan varid olduğu ortaya çıkarsa delil olarak kabul etmişlerdir.

İnsanlar hadise yaklaşımda değişiklik göstermektedir: Toptan reddedenler ki bu gruptakiler, Kur’an-ı Kerim dışında hiçbir kaynak kabul etmediklerini iddia ederler. Buhari ve Müslim, arı-duru İslam’ı bozmak için çalışan ajanlardır derken Ebu Hureyre gibi büyük sahabeler başta olmak üzere birçoğuna saldırmaktan çekinmezler. Bir grup hadisleri de Zikr’e(vahiy) dâhil ederek aynen Kur’an ayetleri gibi korunmuş toptan kabul ederler. Başka birileri -20 ve 21. asrın modası- hadisleri Kur’an’a arz etme iddiasındadırlar. Dayandıkları hadis ise zayıftır. Kur’an’a arz edelim derken olabildiğince anlam değişikliğine uğratılmış mealleri, köksüz, garazkâr yorumları ve nefislerine hoş gelen dünya görüşlerine arz ettiklerinin farkına varan azdır. Başkaları ise kendi fikirlerini destekleyen rivayetleri( hadis, sahabe sözü, siyer, tarihi malumat vb.) kabul ederken işlerine gelmeyeni basitçe reddederler. Bunların yaptığı İslam’ı ciddiyetsiz sulu bir din haline getirmekten başka bir anlama gelmez. Son grupta yer alanlar hadisleri cerh ve tadil kurallarıyla değerlendirerek kabulde ve reddetmede dakik davranıp anlamaya önem verenlerdir. Resulullah’ın sözleri, fiilleri ve takrirlerinin ne kadar mühim olduğunun farkındadırlar. Hadislerdeki hikmeti anlamaya çalışırlar. İslam’ın esasıyla çelişen sözlerin de Resulullah’a nispet edilmesine mani olurlar.

Hadisler, sünnetin kaynağıdır. Hadislerin sübutu hakkında dakik bir araştırma yapmak caizdir, hatta vaciptir; senet ve metin tenkidinden sonra kabul edilen hadislere tabi olmak gerekir. Akli değerlendirmelerin kısır kaldığı, gaybi meseleler ve geleceğe dair haberlerin yer aldığı hadislerle alakalı bir yargıya varmadan bir müddet tevakkuf etmek birçok açıdan doğru bir yöntemdir. Böylece hükme varmak için birçok veriyi değerlendirme imkânı olur. Ezcümle; Sünnetsiz bir İslam arayışı sonu uçurum olan muhataralı bir yola girmek demektir. Rabbim bizi bu vartaya düşmekten muhafaza buyursun.