Zül Hüleyfe mikatını genellikle Riyad’dan ilk olarak Medine’ye geldiğimiz zaman kullanırdık. Riyad’da görev yaptığımız beş yıllık sürede kaç defa kullandığımızı hatırlamıyorum. Cidde’de zaten evimizde ihrama girip çıkardık. Medine’ye 420 km mesafe kalmıştı. Medine’deki inşaat çalışmaları şehirde çok fazla değişiklik yapmamıştı. Çevre yolunun Mescid-i Nebevi ile bağlantılarını rahatlatmaya yönelik üst geçitler ve köprülü kavşak çalışmaları yollardaki tıkanıklığı gözle görünür bir şekilde azaltmıştı. Mescid-i Nebevi’nin etrafındaki binalaşma ve eski yapıların yıkılması, yerine yenilerin yapılması, merkezdeki trafik yoğunluğunu arttırmıştı.
Tabii beni hayal kırıklığına uğratan iki şeyi de belirtmem lazım; Mescid’in hemen yanında iki yeni müze açılmış ve giriş ücretli. Şu tesbite harfiyen katılıyorum. “Suudlular şimdiye kadar yeraltı kaynaklarını sömürdüler/kullandılar, yeni keşfettikleri petrol kaynağı da yer üstünde; yani vergiler» .Bu arada KDV oranının ne demek olduğunu bilmeyen Suudiler birkaç yılda %15’lik orana alışmışlar. Müzelerden birisi İslam’ın serüvenini anlatan dijital içeriklerin bulunduğu «Celalüs Siyreh ve Cemalü’l Mesiyreh» diğeri ise «Ma’raz Metahif’al Devli» müzesiydi. Bu müzenin girişinde bilet satışı vardı ve giriş 30 riyaldi. Güzel bir hizmet fakat eskideki yapılan hizmetler enayilik miydi ki şimdi böyle bir şey getirilmişti. Doğrusu ben din üzerinden kazanç kapısını açmanın samimiyeti, ihlası ve ilahi nusreti yok ettiğini düşünüyorum. Diğer müze Medine’nin tarih boyu geçirdiği değişikliklerin anlatıldığı çok güzel dizayn edilmiş bir müzeydi.
Saat 20.00’de yola çıktık. Dört saat durmadan gidersek rahat bir biçimde ulaşırdık. 200 km kadar oğlum Muhammed götürdü, sonra uykusunun geldiğini söyledi.Bir saat kadar uyuduğum için dinç sayılırdım ben. 200 km kadar da ben sürdüm arabayı, tıpkı eski günlerdeki gibi. Muhammed uyudu, hanım böyle yolculuklarda ne kadar uğraşırsa uğraşsın uyuyamazdı. Gelinim ile torunum uyuyorlardı.
Her noktasında bir hatıramın olduğu Mekke yolunda maziyi yeniden yaşayarak mesafeleri bitirirken yol boyunca sık sık «Lebbeyk Allahumme Lebbeyk, Lebbeyk la şerike leke lebbeyk. İnnel hamde ve’n ni’mete leke vel mulk la şerike lek» ... «Allahuekber Allahuekber la İlahe İllallahu vallahu ekber Allahu ekber velillahil hamd», » Lâ ilahe illallaha vahdehu la şerike leh lehül mülkü velehul hamdu ve huve ala kulli şeyin kadir», «La ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minez zalimin» dualarıyla ruhumu manevi havaya hazırladım. Her anı heyecan ve özlem dolu olan kutlu seferin nihayetinde Mekke’ye girdik.
Mekke’nin havasını koklamak bile kalbimi hızlandırdı. Bu mukaddes şehre olan özlemi bir nebze dindirmeye yeter mi bilmem bu koku fakat kalbim küt küt atıyordu. Şükretmekten başka hiçbir şey makamın haline münasip değildi. Zamanın akışıyla barışık bir kulluk sınırına teslim olmanın vakti gelmişti.
Çevre yolunu kullanarak Aziziye’de bulunan Funduk Sidre Nuran’a ulaştık. Milli Görüş otelinin geceliği 100 riyaldi ve piyasaya göre çok ucuz sayılırdı. Yemek ücreti olarak da günlük 45 riyal ödenecekti. Otelin önünde boş bir yerde arabayı park edip valizlerimizi indirdik. Odamıza yerleştik. Çalışanların tamamı Yemen’liydi. Bunlara alışmak çok kolay oldu. Yemenliler fasih Arapçayı güzel kullanıyorlardı. Bangladeş ve Hindistanlı çalışanlarla anlaşmak daha zordu.Kendi aralarında kullandıkları basit emir fiillerine dayanan Batha Arapçası işlerini görmeye yetiyordu..
3034 numaralı odaya yerleştik. Odada dört yatak, büyük bir dolap, küçük bir buzdolabı, masa, sehpalar, komodin, banyo, wc vardı. Bina yeni ve oldukça temizdi. Ayrıca kaldığımız dört gece boyunca hamam böceğine de rastlamadık. Yiyeceklerimizin bir kısmını aşağıda bulunan lobideki buzdolabına yerleştirdik. Malzemeleri üniversitenin verdiği el çantasına koydum. Hanımla biz lobiye indik. Abdest almıştık zira Mescid-i Haram’ı ziyaret, umrenin rüknü olan tavaf ve say ibadetleri gidiş geliş yaklaşık 5-6 saat sürüyordu. Sabah namazını da kılıp odaya dönecektik. Lobide önce hanımın Doha’da iken hazırladığı dolma biber ile karnımızı doyurduk. Oğlum, otelden Haram’a nasıl gideceğimizi, oradan da nasıl döneceğimizi durakta bir defa daha izah etti. Otobüsü diğer otobüslerden ayıran kolay bir alameti vardı; aynanın üzerinde bulunan Kâbe fotoğrafı...
Suudi Arabistan Krallığı, Mekke’de yeni bir trafik sistemi oluşturmuştu: Umreci ve hacıların otellerden alınması, Kabe’nin yakınında tesis edilen istasyonlara ulaştırılması ve aynı şekilde tekrar otellere taşınması için SASCO diye bilinen şirketin otobüsleri durmadan çalışıyordu. Üstelik de beleş... Bizim istasyon Peygamberimizin evinin yakınında bulunuyordu. Otelden Kabe’nin yakınına üç dakikada ulaştık. Sadece uzun bir tüneli geçince direkt Kabe binası karşımıza çıktı. Kâbe’yi ilk gördüğüm 2003 Aralık ayının sonundaki manzara ve ulaşılabilirliği ile etrafı plastik dubalarla çevrelenmiş şimdiki halini karşılaştırınca hüzünlenmemek ne mümkün!
Kabe’nin dört bir yanında devam eden inşaat çalışmaları, iş makinelerinin yüksek rahatsızlık veren sesleri, gökyüzünde birbirine paralel uzanan vinç demirleri, dağı delen iş makinalarından çıkan pat pat sesleri ve göğe yükselen toz dumanın arasından Kral Abdülaziz kapısına geldik. Plastik dubalardan müteşekkil barikatlar ile insanlar sevk ve idare ediliyordu. İhramsız olan erkekler üst katlara tevcih ediliyordu. Kadınların ihramlı olup olmadığını ayırt etme imkanı olmadığı için onlara müdahale etme şansı yoktu. Bütün bu menfi şartlara rağmen Kabe’den rağbetimi düşürecek her türlü eleştirel bakış açısını bir yana bırakalı çok olmuştu. "Allahu ekber!" diyerek tavaf alanına doğru yöneldim.
Acaba 20 yıl önce ilk defa gördüğümde yaşadığım duyguları hissedecek miydim? O ruhu yakalamam lazım. Araya giren 9 yıllık bir hasretin ardından Mescid-i Haram’ın emanet veren huzurlu havasını koklamak, bembeyaz insan seliyle birlikte Beytullah’ın etrafında yaşadığım, yaşayacağım her şeyin muhasebesini yaparak » Ya Rabbi her lütuf senin hazinendendir. Kereminin eseri bütün bu nimetler.» demekten başka ne yapalabilirim ki. Çok şükür kalbim hala buraya gelmenin tatlı heyecanıyla çarpıyor. Burası uzun uzun dua etme makamı.
Bütün mahremi ortaya döküp saçmaya lüzum yok fakat ancak şu kadarını ifade etmekle iktifa edeyim: «Allah’ım kapına geldim, Affına sığınmaya geldim. Duamda hiçbir zaman mahrum kalmadım. İndireceğin her türlü hayra muhtacım.» demeden buradan ayrılmak ne büyük hata...
Ayağımı buradan kesmemesi en büyük dileğim oldu.
Ezberlediğim Kur-an ve sünnet kaynaklı dualarla ve kısa Türkçe dualarla tavafımı tamamladım. Bu esnada Mısır, Suriye ve Türkiye’den gelen kafilelerin askeri nizam içinde, cemai bir biçimde toplu dua ve zikirlerinin -benim gibi- bir çok kişiyi de rahatsız ettiğini gözlemledim. Bu durumdan kurtulmak amacıyla daha uzak yahut sakin olan bölgeleri tercih edip tamamladım tavafı.
Hanımla birlikte Makam-ı İbrahim’in arkasında iki rekat namaz kılıp dua ettik. Say mekanına yürüdük. Bu arada sohbet arkadaşlarım için küçük kağıtlara aşağıdaki ibareyi yazıp arka planda Kabe olan fotoğraf çekip Whatsapp grubumuza gönderdim:
"En yakın zamanda ailenizle birlikte sizlerin de bu mukaddes beldeyi ziyaret etmeniz duasıyla..."