O bir şair, bir hiciv ustası, düşünür, mecnun sanki!
Bir derbeder, bir sarhoş; hatta Bektaşi, bir Mevlevi meşrep…
O hem mey hem ney…!
Var mı ötesi ? dedim.
Var dedi.
Dedim nedir ?
Dedi : Hiç!
Sanki Şemş’in şu benzetmesi tam da Neyzen Tevfik’i çok iyi tanımlıyor. “Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen bir "hiç" ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan'da, benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.”Şems-i Tebrizi
Hiç’in hikayesi şöyle :
Sadrazam Talat Paşa, bir gün Neyzen Tevfik'e devlet dairelerinden birinde katiplik önerir. Neyzen Tevfik: Katip olacağım da ne olacak, diye sorar. Teşekkür beklerken böyle bir soru ile karşılaşınca şaşıran Talat Paşa, memurluk katlarını alttan üste sıralar: Önce şu, sonra bu..!.
Neyzen´in hala hoşnut olmadığını sezince de, şöyle sürdürür: Daha sonra vekil, nazır, kim bilir belki de sadrazam...!- Ya sonra? Talat Paşa bir an duraksar, sonrası padişahlıktır çünkü. İster istemez: Hiç! der.
Bu yanıt karşısında güler ve şöyle der Neyzen Tevfik: Ben bugün de "hiç"im! sonu hiç olduktan sonra, onca zahmete ne gerek var?
Ney ile yolculuğunu nasıl güzel anlatmış bakın :
‘’Bodrum’da, neyle yedi yaşımda tanıştım : O gece, deniz, ayın gümüşten ışıkları ile pırıl pırıl pırıldadığı gece bir aralık, oturduğumuz yere yaklaşan iki gölge -yüzlerinde aşkı hüda parlayan iki hayal-i garip- hazirunu selamlayarak bir
köşeye oturdular. Bunlardan biri biraz sonra koynundan uzun bir şey çıkardı ve ‘‘ya destur!’’ dedikten sonra üflemeye başladı. Yanındaki arkadaşı da yanık ve güzel sesi ile ara sıra gazel okuyordu. Ben babamın dizinin dibinde çocuk ruhumun olanca kudretiyle dikkat kesilmiş, bu düdüğü dinliyordum. Dinledikçe de-allahü alem-bir daha aklıma rücu etmemek üzere kendimden geçmiştim. O gece Ege Denizi’nin cavidani dekoru içinde benliğimi saran o lahuti sestir ki beni bugünkü derbeder, ne aradığı, ne istediği bilinmez, bazan Eflatun kadar akıllı, çok kere de tımarhaneye iltica edecek kadar bedmest Neyzen Tevfik yaptı.”
Gözaltına alınmış, sorgulanmış, tutuklanmış bu adam hem meczup bazen derviş bazen acımasız bir eleştirmen. Meyhaneden, tımarhaneye, rakısına ekmek doğrayan bir adam. Hemen hemen herkesin tanıdığı bir ve hakkında mutlaka bir şeyler bildiği fakat eksik bildiği hazinelerimizden.
Epilepsi hastasıdır, henüz çocuk yaşında 15 eşkıyanın kafasının kesilip sokakta gezdirildiğine şahit olması onda derin izler bırakır, her ne kadar babası onun bu manzarayı görmemesi için hamle yapsa da o göreceğini görmüştür.
Devrin baskıcı yönetimine karşıdır ve sürekli doğruyu, hakkı söyler; çekinmez, korkmaz. Sürekli jurnal edilir hapse atılır en sonunda bıkar, kaçar Mısır’a gider. Orada serazat bir yaşam sürer, sonra tekrar ülkesine döner yine eleştirir yine hapis…
Neyzen Tevfik KOLAYLI. Fakat o kadar bir çetin hayat sürmüştür ki en yakın dostunun Mehmet Akif'in verdiği setre bir pantolonu yıllarca giyinir. Aralarında vefalı bir dostluk vardır. Akif ona yeminler ettirir; içki içmemesini, sağlığını bozmamasını, meyhaneye ayak basmamasını ister . Dostunun bu ısrarına dayanamaz tamam der. Fakat biraz zaman geçince dayanamaz meyhanenin yolunu tutar. Fakat yeminini bozmamak için bir atın sırtında gider içer ve döner. Niye böyle yaptığını sorunca da ben söz verdiğim gibi yaptım meyhaneye ayak basmadım der..
Haydi biraz gülelim:
Zekidir, hazır cevaptır ;
Maliye bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemidir. Neyzen'e soruyorlar:
"Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?"
"Maliye nazırı değilim ki, çalarken zevk alayım "
Beni en çok etkilyen hikaye ise budur:
‘’İyi kalpli adamın bir tanesi bir gün Neyzen'in parasız pulsuz gezdiğini bilerek ona para vermek ister ama Neyzen'in dillere destan hazır cevaplılığı onun gözünü korkutmaktadır ve parayı neyzenin arkasından atarak "neyzen paran düştü" der. Neyzen'in cevabı ise şu olur: O düşen benim param değil, Zaten bende para ne gezer. O düşen senin altın kalbindir.’’
Rivayete göre yine çok sarhoş olduğu bir gece rastladığı gece bekçisine sorar:
- Evladım Neyzen Tevfik'in barakasını arıyordum?
- Ama... ama... Neyzen Tevfik sizsiniz?!
- Sana Neyzen Tevfik'i soran kim bre deyyus, evini sordum evini!
Doktor Fahrettin Kerim Gökay, 'içkinin zararları' konulu konferansını vermektedir.
Bir ara: 'rakının her kadehi, hayatımızı bir saat kısaltır' der.
Dinleyicilerin arasında bulunan Neyzen Tevfik, yerinden fırlayıp bağırır:
- Eyvah, yandık!
- Hayrola?
- Hesap ettim; meğer ben öleli tam kırk yıl olmuş.
Neyzen'in ustalığının ve hoş sohbetinin nâmını çok duyan Gâzi Mustafa Kemal Atatürk kendisiyle görüşmek ister ve bu çağrıya çok sevinen Neyzen Atatürk’ün misafiri olur. Sohbet muhabbet derken aralarında şöyle bir diyalog gelişir;
- Neyzen senin için iyi içer derler doğru mu ?
- Eh, içerim paşam.
- Ne kadar içersin mesela, iki tane kiloluk içer misin?
- İçerim paşam.
Bunun üzerine Atatürk görevliye seslenir ve iki büyük rakı getirtir.
Rakılar gelince Neyzen görevliye seslenip, bir kase, bir kaşık bir de ekmek ister. görevliler şaşkınlık içinde Neyzen'e bakarken Atatürk bakışlarıyla onaylar ve Neyzen’in istedikleri gelir .Atatürk Neyzen’in istedikleriyle ne yapacağını
merak ederken Neyzen bir büyük rakıyı açar, kaseye boşaltır, ekmeği ufak ufak doğrar ve başlar kaşıklamaya.
Atatürk gözleri fal taşı olmuş bir halde izlerken, Neyzen kasedeki rakı azaldıkça doldurmaya devam ederek ekmeği bitirir ve
- Karnım doydu paşam, şimdi içmeye başlayabilirim.
Bunun üzerine Atatürk gülerek,
- Pes, vallahi ben pes ediyorum Neyzen, diyerek kendisinden ney üflemesini rica eder. Neyzen ve Atatürk bol muhabbetli birkaç saat geçirirler ve sonunda Atatürk Neyzen'e teşekkür ederek ‘’Var mı benden bir istediğin?’’ diye sorar. Neyzen de cevap olarak, sağlığınız Paşam der.
Daha sonra Atatürk ile ne konuştuğunu merak eden abisine olayı anlatan Neyzen'e şaşıran abisi;
-Ulan yatacak yerin yok, Atatürk ne istersin diye sorduğunda bir ev isteseydin ya deyince Neyzen'in verdiği cevap müthiş: O ZATEN HEPİMİZE BİR EV VERDİ YA !